Bilimsel Hurafe ve İnançlara Örnek Alıntılar

Bilimsel Bilim’in bazı batıl inanç ve mantık safsatalarına, kendi kaynaklarından birebir örnek alıntılar aşağıdadır.

Bu kısımda Bilimsel Bilim’in bazı batıl inanç ve safsatalarına, kendi referans kaynaklarından örnekler vererek, örneklerdeki “bilimsel ifadeleri” (gramatik ve semantik açıdan) inceleyip; bu ifadelerdeki mugalata ve mantık hatalarında kendini ele veren metafizik ve politeist (çok tanrılı) hurafelerini göstermeye çalışacağız.

Gökteki güneşe gözünü kapayıp, varlık ve yansımasını inkâr edenler, yerdeki her yansımasını aynı güneş kabul etmek ve bunu ispat etmek zorundadırlar. Aynı bunun gibi, ilâhlıkta ortağı olmadığı gibi icraatında da ortağa ihtiyaç duymayan Rabbimizin, kâinattaki her fiil ve eserlerini Rabbimiz’den olduğunu bilmeyen, yani herşeyin asıl ve tek sebebinin Rabbimiz olduğunu kabul etmeyen “bilim”, evrendeki her faaliyet ve sonucunu, Rabbimiz yerine “tabiat, tesadüf, doğa kanunu, içgüdüdü, yatay sebep – sonuç ilişkileri” gibi “sebepsîler“e vermek ve öyle de ispat etmek zorundadır!

İşte konusu olan evreni “yaratıcı ve işleticisi varmış” önvarsayımıyla gözlemediği için, “yaratıcı ve işleticisi yokmuş” önvarsayımıyla gözleme ve öyleymiş gibi anlamlandırma yanlış tarafında bulunan “bilim” (veya bilimin karakteri anlamına gelen “bilim felsefesi”); Rabbimizin evrendeki faaliyet ve eser – sonuçlarının Rabbimizden olduğunu kabul etmediği, üstelik reddettiği için; tıpkı güneşin yerdeki her yansımasını aynı sıfatlarıyla büyük güneş kabul etmek zorunda kalanlar gibi, her sebepsîyi “ilâhlaştırmak” zorundadır. Yani sadece Rabbimiz’in olan mutlak kudret, ve isim – sıfatlarını, o sebepsîlere dağıtmak, aynı İlâhî kudret ve özelliklerinin o sebepsîlerde de var olduğu zannına delil aramak zorundadırlar!

Doğadaki İlâhî eserlerin, yani sebepsîleri aciz bırakan mu’cizevî faaliyet ve sonuçlarının; “tabiî, doğa ürünü, tesadüfî” olduğuna inanan esbabperest Bilim’in kendisine hâkim olan bu “ateist ve materyalist” felsefe, şu hâliyle gözlemlerinin yorum ve anlamlandırmasında birçok sahte ilâhlar üretmek ve hurafeler doğurmak zorundadır ve öyle de olmuştur! Aşağıda bilimsel bilimin bazı batıl inanç ve safsatalarına, kendi referans kaynaklarından örnekler göstererek; “bilimsel ifadelerindeki gramatik mugalatalarında” kendini ele veren metafizik ve politeist (çok tanrılı) hurafelerini göstermeye çalışacağız.

Ayrıca, bilim’in çağımızdaki teknolojik ilerleme ve başarıları, bu batıl inançlarının doğruluğuna delil ol(a)maz. Çünkü bu başarıları, “doğaüstü herhangi bir gücün doğanın varlık ve işleyişine karışmadığına inanma” batıl inançlarından bağımsızdır. Çünkü bu başarıları Allahu Teâlâ’nın “yasama” yetkisiyle kâinata emredip, “yürütücülüğünü” de bizzat kendisinin yaptığı (bilimsel inançlarını karıştırarak yanlış bir teşhis ve isimlendirmeyle “doğa kanunu” ismini verdikleri) “Kevnî Kanunları”na uymakla elde edilmiş başarılardır. Yani Rabbimizin Kâinat Kitabındaki (kevnî) emir – kanunlarına uydukları zaman teknolojide yakaladıkları bu başarıyı, Kitabî Emirleri’ne de (kelâmî – sözsel emirler) uysalar, ahirette de yakalayabilirler.

Bilim’in ateist ve materyalist inancının doğurduğu yanlış bilgi ve inanç virüslerini; ilim kisvesi altında ve teknolojik başarı, illüzyon ve telkinlerinin sihriyle; “bilim(sellik) şırıngası”yla (zamanında bizim gibi) farketmeden vücuduna almış, akıl ve kalbi hasta insanlara ithaf edilir. Kâlp ile akıl, mülk ile melekût, söylem ile eylem arasındaki bağların farkedilmesi ve yeniden kurulması dileğiyle, vesselâm…

Öyle “vahiy, peygamber” falan nereden çıkartıyorsunuz. Bak bilim çözmüş!: Din masallarını insan kendisi uydurmuş, din insan eseriymiş; neyseki bilim gelişmişte doğadaki olayların Allahu Teâlâ ile ilgisi olmadığı anlaşılmış!

Öyle ya bilim geliştikçe, dine ne gerek var!

Bilime göre hak din-batıl din ayrımı yoktur; çünkü hepsi sosyolojik bir unsur olup, insan ürünüdür! Ama insanın evrimiyle ve bilim geliştikçe, bunlar azalıyor ve azalmaya devam edecekmiş!

Hak din İslâmiyet dahil, tüm tek tanrılı dinler önceden çok tanrılıymış, sonradan tek tanrılıya doğru evrimleşmişler!

Bilim geliştikçe, dinin hareket ve yaşam alanı kısıtlanıyormuş! Artık dinlerin varlık sebebi kalmamış, ayakta duran sadece “bilim”miş! Sakın boş bulunupta: “Peki İslâmiyet, Kur’ân-ı Kerîm ve onun bildirdiği diğer hak kitaplar, Peygamberler ne olacak, hepsi yalan mıymış!?” demeyin yoksa bilimi kabul etmeyen karacahil olursunuz! Dedik ya; ayakta duran ve doğru ve gerçekleri bildiren sadece “bilim”miş!

Hiçbir şey yaratılmıyor, herşey oluşum! Herşey kendi kendini imâl ediyor ve oluşturuyormuş!

Cevap veremeyince veya Rabbimizi sebep olarak göstermek istemeyince; “Tesadüfen olmuş/oluyor” de kurtul, hem böylesi daha bilimsel!

Evrenin, Bilimdeki Ontolojik Anlamı: Doğaüstü hiçbir müdahale ve etki olmadan evren kendi kendine oluşmuş, durup dururken patlamış, tesadüfler çarpıştırmış, vs. vs… Şimdi reklâmlar!

“Bilimsel inançlar”a göre; kâinatın varlık ve işleyişini Rabbimiz gibi doğaüstü gibi bir nedene bağlamaya gerek yok! Çünkü inançlarına göre; Uzun Zaman + Madde + Tesadüf = Herşey mümkün! Cansız maddeden “hayat” meydana gelmesi; şuursuz maddeden “şuur” çıkması; akılsız maddenin “bilgi ve düşünce” üretmesi mümkün! Ve — eğer olsaydı — “tesadüf”ün doğasının zıttına; birbirleriyle çelişmeyip, birbirlerini tamamlayacak bütünlük ve özellikte biraraya gelip, çalışmaya devam etmeleri mümkün!… Temelde birbirinin aynı olan 115 küsur elementten, birbirlerinden farklı özellik ve çeşitte trilyarlarca nesne meydana gelmesi mümkün! Bilim’in bilimsel olmayan metafizik inancına göre; “mümkün”ün sınırı, hayâlin gittiği yere kadar! Hammaddesi aynı olan atomlardan, bu kadar farklı özellik ve karakterde madde çıkması onların aklının rasyonel prensiplerine göre mümkün! Madem rasyonel kurallara bağlı, deney yapmadan akıl yürütmeyle ne gibi bir sonucun çıkacağını bilin : Herhangi 2 elementin reaksiyona girip – girmeyeceği, girerlerse birleşiminden ne gibi özelliklerde bir yeni madde çıkacağını, deney yapmadan önce mantıkî akıl yürütmeyle bilin, bu kadar deney için bunca emek – zaman kaybına girmeyin!… Hammaddesi aynı olan atomlardan, bu kadar farklı özellik ve karakterde madde çıkmasının sizin mantıkî kurallarınıza göre muhal değil, “mümkün” olmasının delil – ispatı nedir? Çevremizde gördüğümüz bu kadar çok çeşit ve sayıda “madde” olması, yani “mümkün”ün vaki olması mı? Halbuki birşeyin vaki olması o şeyin olmasının mümkün olduğuna delil ol(a)maz! Aksi hâlde, şapkadan tavşan çıkmasını görüp, bunu da mümkün kabul ederdik! Halbuki görece basit atom ve elementlerden, daha üst organizasyonlar ve sıfatlar meydana gelmesiyle, her ân her yerde şapkadan tavşan — hatta fil — çıkıyor!… Atomlar, maddenin inşasında kullanılan tuğlalardır; maddedeki özellik ve sanat ve tesirlerin sebebi değillerdir; çünkü maddedeki bu özellikler ayrı bir yaratmadır, atomların çarşısında yoktur! Tıpkı Mona Lisa resminin varlık sebebi ve ondaki sanat ve bilgi, resimde kullanılan boya ve tuvale indirgenip, boya ve tuvalin birbirleriyle olan ilişkisi ve yakınlıklarıyla sebeplendirilemeyeceği illâ fırçayı hareket ettiren Da Vinci olması gerektiği gibi… Şimdi bütün bu aynı maddelerden bu kadar farklı ve zıt özelliklerin çıkması; bir “mümkün”ün terkip / teşekkülü mü, yoksa bir “imkânsız”ın (yani maddede olmayan ve maddeye — maddenin atomlarının özelliklerine — indirgenemeyen) “yaratılması” mı!? Bilim’in güya mantıkî prensiplerine göre; bütün bunlar bir “yaratılma” değil; sadece bir “terkip ve tahlil”; çünkü “var yok olmaz ve yokta var ol(a)maz”, yani doğaüstü bir güç tarafından yaratılmış hiçbir şey yok, yok edilen de hiçbir şey yok, herşey değişim ve dönüşüm! Bilimsel araştırmalarının sonuç ve yorumlarına karıştırdıkları bu inançlarına göre; gözlemlediklerini buna göre anlamlandırıp, isimlendirirler (ifadelerinde “yaratma” kelimesi yerine “oluşum” kelimesini tercih etmeleri gibi!)

Bilimsel Bilim’in Metafiziği : Evrende açıklayamadıkları olay ve olguları (Rabbimiz hariç, başka herşey serbest) hayalî evrenlerle açıklama çabaları!

Bilimsel yönteme göre; evrendeki gözlemlerinde dolduramadıkları boşlukları bakın hangi metafizik kuramlarla dolduruyorlar! Eee… teorisini kurduktan sonra, iş matematiği buna uydurmaya kalıyor! Kurdukları metafizik model, olay ve olguları açıklasın ve işe yarar olsun yeter; yoksa fiziksel gerçeklikle uyuşup uyuşmaması önemli değil!

Adaptasyonla herşey mümkün, yeter ki Allahu Teâlâ’yı sebep göstermeyelim!

Büyüklere Masallar!: Döllenmiş yumurta “kendimi savunmak için hidrojen peroksit üretme mekanizması kurayım” demiş! Ve doğada geçerli olan kanun, prensipler doğanın ürünüymüş! Gözlemlediğin olayların tek ve asıl sebebinin Rabbimiz olduğunu kabul etmezsen, başka sebepsileri “sebep” olarak kabul etme hurafelerini uydurmak ve öyle de ifade etmek zorunda kalırsın! Bu tür olağanüstü ve inanılmaz şeyler (“cansız nesnelerin konuşması, sihirli yumurta, tabiat ana” gibi) ancak masallarda olur zannederdik!

Bakın, kuluçkadaki kuşlar yumurtalarını hangi amaçla çeviriyorlarmış! Bu kuşlar benden akıllı ve bilgili; yerçekiminin yumurta üzerindeki etkisini hesaplıyor, yumurta içindeki maddenin eşit bir şekilde dağılması gerektiğini biliyorlar!Çocuğunuza masal okuduğunuz zaman, bilimsel bir kitap alın oradan okuyun! Zeki ve kültürlü hayvanlar, plânlama yapan ve güneş ışığından besin-enerji elde etmesini bilme ve uygulama becerisi olan bitkiler, gizli içgüdü mekanizmaları, tesadüf tanrısı vs. hepsi ve daha fazlası bu kitaplarda!

Bu işleri, nasıl birşeyse heryerde etkin olan “görünmeyen mekanizmalar” yapıyormuş! Enteresan!

Sebep-sonuç ilişkisiyle açıklayamadığın şeylere “içgüdü/eğilim” de, açıkladın zannetsinler!

Ah içgüdü sen nelere kâdirsin!

Bölünerek çoğalma hızlı ve etkili bir yöntem olduğu için, şuurlu ve bilgili hücreler bölünerek çoğalmayı tercih etmiş!

Bakın, linkteki yazıya göre hücrelerin bölünme ve çoğalma nedeni neymiş! Yazıya göre hücre ve D.N.A.’ları (yani bu kimyevî ve şuursuz şeyler), yaşamlarını devam ettirebilmek için, öyle şuurlu ve hücredeki durumu görür – bilir gibi marifetler sergiliyorlar ki; bu ancak masallarda olur, buna ancak çocuklar inanır! Aklı, bilgisi, şuuru ve gözü, kulağı olmayan bir özürlü insanın, eline verilmiş bir hazır elbiseyi bile giyebilmesi ve doğru giyebilmesi meçhulken, o insanın kolunda gördüğümüz bir saati veya vücudundaki herhangi bir hücreyi o adamın yapıp, işlettiğini söylemek ile hücredeki bütün bu işleri hücrenin kendisinin veya parçalarının yaptığını söylemek arasında fark yoktur!

Bilim’in en önemli inanç esaslarından birisi : Canlıların doğada yaşadığı zorluk ve zorunluluk ve ihtiyaçlar, onların vücutlarında biyolojik organ ve mekanizmaların varlık ve gelişmesine sebep olur! Ve bu değişiklikler, gelecek nesillerine aktarılabilmek için o canlının üreme hücrelerindeki D.N.A.’larına kadar işler ve kodlanır!

Bakın D.N.A., güya şuur ve bilgi, kuvvet ve iradesi varmış gibi karar verip, emrini dinletiyormuş!

D.N.A.’da “irade” varmış! İradesiyle insanları üremeye sevkediyormuş! İlginç!

Kimyager hayvanlar, karşısındakine hangi kimyasalın zehir etkisi göstereceğini bilip, zehir yapmışlar! Acaba bu ifadeleri kullanan bilimadamları, dediklerinin ne manaya geldiğini, sonucun sebebi kabul ettikleri mahluklara hangi sıfat ve özellikleri yüklediklerini biliyorlar mı!? Bu hurafelerini farkedemeyecek kadar da sihirlenmiş olamazlar! E galiba.

Bilimsel İnanca göre, hayvanlar kendi vücut organları gereksinimlerini kendileri çözümleyip, üretiyormuş! Açın linkteki yazıyı okuyun, dediklerinden başka bir anlam çıkıyor mu!?

Arılar kovanlarının mimarisi için uzun seneler uğraşmışlar ve deneme – yanılma yöntemiyle, en ekonomik ve optimum şeklin “altıgen” olduğunu bulmuş ve yuvalarını öyle yapmaya başlamışlar! Geometri bilgilerine şaşmamak elde değil!

Bilim’e göre; canlılar, değişen ortamlara uyum sağlamak için değişik özellikler geliştirmişler! Değişik kamuflaj metodlarını da (meselâ bukalemun “ben hücrelerimi renk değiştirebilecek biçimde dizayn edeyim” demiş, diğer bir hayvan çeşidi “ben ölü taklidi yapayım” demiş vs.) kendileri bulmuşlar! Bunu ben demiyorum, “bilimsel bilim” diyor! Rabbimiz’in onları o ortamlara uygun özelliklerde yaratmasına ihtimal bile vermiyorlar, yani teorilerinin doğruluğundan iman derecesinde eminler!

Okyanusların ışık ulaşmayan çok derinlerindeki karanlık sularda, hayatlarında “ışık” hiç görmemiş, bilmeyen canlılar; üreme, beslenme ve korunma amacıyla: “Işık’ diye birşey var, kimyasal reaksiyonla onu yapalım” demişler! “Ne de olsa çok zeki ve bilgiliyiz, yapabiliriz” demişler!

İlâhî Gaye ve İrade’yi nereden çıkartıyorsunuz! Bak bilimsel bilime göre; yeraltı sularının berrak olmasının nedeni buymuş! Eğer; “asıl sebep, Allahu Teâlâ’nın bizi gökten ve yerden temiz su ile rızıklandırmak istemesidir” derseniz, bunu hiçbir bilimsel dergide yayınlatamazsınız, üstelik sizi bilimsel ciddiyetten uzak ve çağdışı ilân ederler! Halbuki nasıl ki, “pürüzsüz bir masa” görsek; masanın varlık nedeni ‘tahta, çivi, çekiç’ ve özelliklerinin sebebi ‘zımpara, cila, boya’ demek ama asıl ve gerçek sebebi olan “masa yapmayı amaçlayıp, gerekli aletleri biraraya getirip, o amaca yönelik kullanan marangoz”dan bahsetmemek; hem o usta marangoza ve hem de hayvanlardan ayırıcı bir özelliğimiz olan görünenden görünmeyeni bilmek olan akla hakarettir! Evet sadece insandır ki, gördüğünden görünmeyeni görür!

Bu bitkiler de çok akıllı ve bilgili canıım! Baksanıza kendilerine faydalı ve zararlı hayvanları görüyor veya biliyor; sonra kendi aralarında haberleşip, böcek saldırılarını haber veriyor ve kendilerine musallat olan böceklerden kurtulmak için, o böceklerle beslenen başka böcekleri çağırmak için kimyasal koku yayıyorlarmış! Bütün bunları bu bitkiler plânlayıp, sonra da uyguluyorlarmış!

Çiçekler üremeleri gerektiğini bildikleri için ve böcekleri de tanıdıkları için, strateji olarak bu işte böcekleri kullanma kararı almışlar. Ve nesillerini sürdürmek amacıyla; böceklerin hoşlandıkları kokuları üretelim ve renkleri alalım, böylece onları cezbedelim demişler!

Share

Yorum ekleyebilirsiniz...