Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî (B)İlim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Önceki haftalarda: “Eşyaya bakışımızı inşa ederken ve bu gözlemimizi ifade ederken; ya ‘fail Rabbi ve işleteni var(mış)’ veya ‘yok(muş)’ gibi bakılabileceği ve bunun (var–yok’un ortasının olmaması gibi) orta ve objektif bir referans noktası; nesnel ve tarafsız ve olgusal bir ifade biçimi; yani kâinatın agnostik olmamıza izin verebileceği nötr ve renksiz alanlar yok” demiştik, buradan devam edelim.
Yani düzenli bir fiil / faâliyet, işleyiş ve sonucunu anlatıp, tasvir eden herhangi bir cümle (mantıken ve gramer olarak) fail ve özneye atıf yapmadan kurulamayacağı için; kâinat ve içindeki cansız ve şuursuz “madde”nin hareket ve işleyişini gözleyip, ölçerken de, bu fiil ve sonuçlarının fail ve özne ve ustası olan Rabbimiz’e atıf yapma zorunluluğu vardır.
Aksi hâlde “tabiât, tesadüf, zorunluluk, kanun, madde – enerji, atom, kuvvet, ısı, basınç, patlama, çekim, içgüdü, mutasyon, evrim, ayıklanma, DNA, güneş, hava, su, evrim, uzun zaman” gibi başka cansız ve şuursuz ve kör olan soyut veya somut, zihnî veya vehmî veya hayalî mekanizma, süreç veya şeyleri (halbuki onlar: “Üzerimizde ve bizimle gösterilen bu fiil ve sonuçlarının fail ve ustası, neden ve niçini biz değiliz ve olamayız! Bunun en büyük delil-ispatı da: Bizde bu fiil ve eserleri yapabilecek ‘kuvvet ve şuur, hayat ve ilim, göz ve kulak’ gibi olması gereken özellik ve ‘pergel, cetvel, kalıp’ gibi olması gereken techizatların olmamasıdır!” diye basbas bağırmalarına rağmen); fail ve özne, mimar ve ressam, usta ve mühendis olduğunu aksiyom ve önvarsayım olarak kabul etme ve öyle de inanma ve öyleymiş gibi kâinatı nedenselleme ve tasvir edip; bunun ispatına çalışma mecburiyeti doğmaktadır!
Mes’elâ yerdeki gündüz, ısı ve ışık ve aynalarda görünen Güneşler’in kaynağı ve sebebi gökteki “tek” ve “büyük” Güneş’in yansımaları olduğu kabul edilmeli. Aksi hâlde yerdeki bu “tecelli” ve ısı – ışık gibi özelliklerin gökteki tek büyük Güneş’le bağlantısı inkâr edilirse; yerdeki her Güneşçik timsâlinin, gökteki Güneş’le aynı sıfatlarda ayrı bir büyük Güneş ve yeryüzündeki bu ısı – ışığın kaynak, sebep ve faili olarakta, yerdeki bu Güneşçiklerin olduğuna inanma ve bunun delil – ispatını arama zarureti hasıl olmaktadır!
Yani mikrodan – makroya tüm cansız ve şuursuz eşyada görünen ve gözlenip, ölçülen “ilim ve irade, işitme ve görme, hayat ve şuur, terbiye ve temizlik, ölçü ve intizam, hikmet ve korunma” gibi ışık – kanun – hakikât – tecelli / tezahür – fiil / faâliyetlerin kaynağı, nedeni, doğum yeri olarak yerdeki bu “camid, cansız, sönük ve aciz” madde ve zerrelerinin hareketi kabul edilmeli! Yani madde denizinin geniş yüzeyinde ve her zerre damlasında görünen bu ısı – ışık ve Güneşçiklerin Rabbimiz’den değil de; madde ve zerrelerinin kendi tabiat ve özelliklerinden kaynaklandığı mantıksızlığı; (hem de delilsiz – ispatsız!), başta “aksiyom” olarak kabul edilmek zorunda kalınacak. (Ki Bilimsellik Kriterlerine bağlı ve bağımlı mevcut Bilim’in baştaki aksiyomu bu!)
Veya eşyadaki bu özellik ve sıfatlar, fiil ve eserlerin, Rabbimiz’in isim ve sıfatlarının tecelli ve tezahür, yansıma ve sonuçları olduğu farkedilerek; böylece madde’de görünen bu kuvvet ve özelliklerin sebebinin; madde’nin (sadece ve olsa olsa) Rabbimiz’in kudretinin alıcı ve nakledicisi veya yansıtıcısı olmasından kaynaklandığı anlaşılıp, teslim edilmeli! Herşey bulunması gereken noktaya yerleştirilmeli. Yani aciz madde’ye ilâhlık özellik ve sıfatları ve Rabbimize de aciz madde’nin özellik ve sıfatları verilmemeli!
Elhasıl gökteki tek azametli Güneş’i kabul etmemek veya inkâr ve ret için; sadece Rabbimiz’e ait olabilecek ve olan mutlak özellik ve sıfatlar; yerdeki madde ve zerrelere dağıtılıp; böylece tek hakikî Rabbimiz’e inanmaktan kaçınırken; aslında ve hakikâtte sayısız zerre ve eşyaya İlâhlık ve İlâhlık Sıfatları vermek ve çarnaçar öyle de inanmak zarureti hasıl olmaktadır! Farkında bile olmadan insan ürünü politeist (çoktanrılı) bir din inşa edilmiş olunmaktadır! “Farkında olunmadan” diyorum, çünkü kâfir ve müşrikler de içinde bulundukları durumun farkına varıp, yani kâfir ve müşrik olduklarını bilselerdi; zaten pişman olup, tevbe – istiğfar eder; yanlışlarından dönerlerdi! Halbuki Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği gibi: Kâfir / müşrikler de yeri – göğü (yani bütün’ü) yaratan bir İlâh’ı kabul etmekte; fakat içindeki tüm fiil ve sonuç, kuvvet ve sonuçlarını başka şeylere (yani parça’ya) vermekteler!
Elhasıl kâinatta madde – enerjinin varlık ve işleyişini nedensellemek ve nasıllamak (tasvir) için; tüm inanç ve inançsızlıklara eşit ve uzak mes’âfede konumlanıp, tarafsız gözlem ve olgusal ifadeler kurabileceğimiz bir gözlem noktası veya eşyanın agnostik olmamıza izin verdiği nötr ve renksiz alanlar yok! Bu konuda kurulabilecek nötr; yani inanç ve değer’den bağımsız ve ayrı bir cümle yapısı ve ifade biçimi yok! Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü gibi; başta dil ve mantığın yapısı izin vermez buna! Çünkü fiil fâilsiz; eser müessirsiz; isim müsemmasız; sıfat mevsufsuz ve san’ât san’atkârsız olamaz!
Bunun götürdüğü mecburî istikamet olarak: Bilim; kâinattaki “ilim, irade, kudret, güzellik, denge, ölçü, adalet, koruma, doyurma; temiz – temizlik – temizleme” gibi fiil ve isim, sıfat ve kanun, hakikât ve program, neden ve sonuçlarının sahibi ve faili olan Rabbimiz’i kabul etmekten; hiç değilse önvarsaymaktan, yani “var(mış)” gibi yapmaktan kaçındığı için; (var – yok’un ortası olmadığı için) mecburen ve direkt “yok(muş)” gibiyi doğru varsaymak ve bu ateist ve materyalist inancın ispatını yapmak ve sanki bu inanç (hurafe, fikir, felsefe, zan) doğru ve kesin bir bilgi’ymiş gibi Bilimsel İfadeler kullanmak zorunda kalıyor!
Yani Bilim’in Bilimsellik Kriterlerine göre “Allah var(mış)” gibi gözlem ve ifade biçimi (yani “kim” sorusu ve “Allah” cevabı) yasak, yani bilimsel ve bilgi’sel değil; ama “Allah yok(muş)” inancına göre tavır takınmak ve böyle ifadeler kullanmak gayet Bilimsel ve doğru!
Biz de bu ateist ve materyalist inanca odun taşıyan; yani bu inanç ve hurafe (yani batıl itikad) doğru ve deneysellenip, gözleniyormuş gibi davranıp, ifadelerde bulunan bu yanlış ve çirkin Bilimsel Bilim Kriterleri yerine; İslâmî Bilim’in “İslâmî”; yani doğru olup, ayrıca doğruluğunun kâinatta somut, gözlenebilir, ayet / hüccet ve delil – ispatları olan; yani “İslâmî B/ilim”in bilimsel olmayıp, ilimsel olan kriterlerine geçilmesini öneriyoruz. Yani “bilim” (science) ile “bilgi” (ilim, data – information – knowledge) ayrımını yapmayı öneriyoruz.
Çünkü “bilim”, “bilgi”ye eşit değildir ve aynı anlama gelmez! Evren ve içindeki bilginin Bilimsel Yöntem ve Kriterlere göre gözlem – ölçüm ve yorumlanması sonucu elde edilmiş “filtreli bilgi”ye; yani bilgi’nin “bilimsellik” prizma ve yorumundan geçerek, ateizm ve materyalizm’e kırılmış hâline “bilim” diyoruz biz! Bu tanımıyla “bilim” ve “bilgi” farklı olup; bu açıdan “bilim”; evrendeki bilgi’nin dar ve eksik, yanlış ve saptırılmış bir türü olabilir ancak. Bu açıdan Bilim ve Bilimsel Yöntem; ateizm ve materyalizm’e meşruiyet ve onay oluşturma; bu inancın delil – ispatını keşfedip, üretme ve bu inanç ve önvarsayım doğru ve gözlenebiliyormuş gibi yayın ve ifadelerde bulunmanın aldatıcı ve gizli bir yöntemi olmaktadır! Bu tanımıyla “bilimsellik”; kâinat ve içindeki eşya ve biz insanların, Rabbimizle aramızdaki bağlantı ve münasebetleri, zihin ve hayâl ve vehimde karartıp, örtme veya kopartıp, kesmenin adı olmaktadır!
Sonuç olarak: Mevcut Bilim; “Allah yok(muş) / varsa bile evrendeki varlık ve işleyişin herhangi bir aşamasına müdahale etmesine ihtiyaç ve zorunluluk yok(muş)!” önvarsayım / aksiyom / inanç / zanlarının mecburî sonucu olarak: Sadece Rabbimiz’in olabilecek ve olan eşyadaki fiil ve kuvvet, özellik ve sıfat, neden ve sonuç / eserlerin; gene “maddenin kendi zâtında içkin, kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığı” inancını doğru kabul ederek; bu inancıyla çelişen tüm gözlem ve sonuçlarını filtreleyip, görmüyor veya “tesadüf, tabiat, kanun, içgüdü vs.’lerle” çarpıtıp, kapatarak, köreltiyor!
Bu önvarsayım / aksiyom / inanç / zanlarının diğer mecburî sonucu olarak: Bu zorundalık sebebiyle; “madde–enerji + tabiat + tesadüf–zorundalık + hareket–süreç + uzun zaman (evrim)’ gibi şeylerin bütün bu işleri yapmasının mümkün olduğu ve zaten olanın da bu mümkün’ün gerçekleşmesinin delili olduğu” totoloji ve kısır döngüsüne inanmak zorunda kalıyor ve bütün bu zorundalıklarının diğer zorunlu bir sonucu olarakta; tüm gözlem – deney, teori ve bilimsel ifadelerini bu inançlarına göre şekillendiriyor!
Yani gözsüz – kulaksız eşyanın kabul etmeyip, bilâkis acziyetiyle reddettiği İlâhlık Sıfatlarını, eşyaya verme politeizminin dava ve savunuculuğunu yapmakta ve bunun farkına bile var(a)mamakta Bilimsel Bilim! Tıpkı eski putperestlerin; “putların maddesine tapmadıkları, aslında bunlarda bazı mukaddes ve kutsal özellik veya fonksiyon / işlevler bulunduğu ve Âlemlerin Rabbi’nin dünyadaki eşya ve işleyişi bunlar gibi vasıta ve sebeplerle düzenlediği ve bu putlar vasıtasıyla onlarla iletişime geçtiği” küfür ve şirki gibi!…
Elhasıl yalanın yalanı doğurması gibi; baştaki doğru varsayılan veya zannedilen veya inanılan bu fikir ve aksiyom, burada kalmayıp, zorunlu olarak başka inançları doğuruyor! Daha doğrusu; bu inanç / aksiyomların birbiriyle bağlantısı, neden – sonuç ilişkisinden ziyade; içine kapanık bir daireye benzer; yani bir kısır döngü ve totoloji mahiyetindedir! Yani bu fasid daireye göre: “O olmadan da kâinattaki bu iş, eserlerin olması mümkün ki oluyor ve oluyor ki mümkün!” gibi; nedenler, sonuçlarla ve deliller, ispatlarla yer değiştiriyor!
Mevcut Bilim’e hâkim olan felsefe; “eşyanın varlık ve hareket sebebi; yani varlığı bir maşa olarak, alet–edevat gibi hareket ettirip, sevkeden yok(muş)” hurafesine inandığı için; bu hipotezleri doğruymuş gibi, yani bu önhurafeleriyle tutarlı olacak şekilde evreni gözleyip – ölçüyor, failsiz (gramer ve mantık gereği, cümleye fail ve özne eklemek zorunda kaldığında da, bu boşluğu “sahte faillerle” doldurarak) nasıllamak ve nedensellemek zorunda kalıyor! Bilimsel Makale ve Yayınlarında, yayın şartı olarak; bu ateist ve materyalist dili zorunlu tutuyor!
Elhasıl, başta doğru varsaydıkları bu hipotezlerine göre tanımlanan Bilimsellik Kriterleri, yani Bilimsel Yöntem ve Felsefesi; “tarafsız ve objektif, olgusal ve nesnel” olduğu iddia (daha doğrusu yalanıyla), bu ambalajla aslında ateist ve materyalist, natüralist ve determinist felsefe ve inançlara delil ve meşruiyet üretmeye çalışmakta!
Bu amentüleriyle çelişmeyip, bilakis destekleyen failsiz ve öznesiz, müessir ve ustasız kurgulanan her Bilimsel İfade ve Argümanları, bu ateist ve materyalist inançlarının (güya!) delil – ispatına hizmet etmektedir! Bu ifadeleri okuyanların bilinçli zihinlerine farkettirmeden (yani bilinçsiz zihin / bilinçaltlarına), inkâr ve şirk bakış açısını kodlamakta, bu inancı programlamaktadır!
En masum ve nötr gözüken Bilimsel İfadeleri tekrarla okuyan zihinlerde “Allah yok(muş) varsa bile bu işlere karışmıyor(muş)” şeklinde ateist ve materyalist bir evren tasvir ve kurgusu inşa edilmekte! Bu ifadelerde saklı ve gizli “dışarıda natüralist ve determinist kural ve zorunluluklara göre işleyen; yani Allahu Teâlâ’dan bağımsız ve ayrı, kendi kendine ve otomatik olarak çalışan bir dünya var” ilüzyonu telkin ve ilka edilmekte; cansız ve camid sopalar, zihin ve hayâlde hareketli ve canlı yılan olarak gösterilmekte; fısıltı ve üflenmektedir!
Yani mevcut Bilim, baştan hâkim olan paradigmaya göre; yani gözlenmemiş, delilsiz ve ispatsız “Uzun Zaman + (Madde-Enerji) + Tesadüf-Zorunluluk = Herşey Mümkün” amentüsüne göre; herşey, örneğin “şu resmin, şu boya – fırça – tuvaller; yani şu mevcut madde – enerjiyle; kendi kendine, otomatik – mekanik mekanizma ve kanunlarla; şu şu sebep, tabiat, tesadüf, enerji ve zorunluluklarla olması mümkün ve kâinatta olan da bu!” diyerek; kâinatta olanların herhangi bir fail ve usta ve ressama atıf yapmadan nasıl ve nedensellenebileceğini; varlık ve işleyişinin açıklanıp, izah edileceğine inanmaktadır!
Yani Da Vinci gibi bir ressam ve usta olmadan Mona Lisa’nın olmasının mümkün olduğuna ve bu mümkünün de gerçekleştiğine ve gerçekleşmeye devam ettiğine inanmaktadır! Ressama hiçbir ihtiyaç ve mantıkî zaruret duymadan; failsiz ve öznesiz, resmin nasıl olduğunu tasvir ve niçin olduğunu nedenselleme hastalığıyla malûldür!
Önündeki masaya bakarak; “Bilimsel Yöntemimde ben bunu, marangoz ve ustasını denklem ve teorilerime dahil etmeden nasıl nedenseller ve tasvir edip, açıklayabilirim?”in derdindedir!
Taş – demir cinsinden olmayan ve zaten olmaması gereken Mimar Sinan ve ustayı kabul etmeyip, üstelik inkâr ettiği için; Süleymaniye’nin fail ve neden ve niçin’ini taş – demir cinsinden Süleymaniye’nin içinde aramak zorundadır! Ancak Mimar Sinan gibi bir mimara ait olabilecek şuur, hayat, ilim, irade, kudret, san’ât gibi isim ve sıfat ve maharetleri taşa – toprağa vermek ve öyle de itikad etmek zorundadır! Binadaki her bir tuğla veya atomun birbirlerine hem hâkim ve hem de mahkûm olduğu safsatasıyla, inkâr ve şirk yolunun hafriyatıyla meşguldür!
Bir ordunun tek bir kumandanın emri, tek bir devlet yasasıyla yönetilmesi ve tek bir yerden giydirilme ve techizatlandırılması kolaylığı yerine; her askerin, kendi başına değişik sebep ve tesadüf ve doğa – fizik yasalarıyla bu organize işleri yapabileceği ve yaptığı inancındadır!
Bir tavla oyununda bile zarların hep düşeş gelmesi tesadüfe verilmeyip, bir hile; yani zarların arkasında şans değil, tercih edici bir irade ve fail aranırken; sebebi veya kuralı, yani faili bilinmeyen veya kabul edilmeyen kompleks kâinat oyunlarında, Tesadüf Tanrısı’na hemen atıf yapabilmekte! Veya “böyle olması determine ve zorunlu olduğu için devamlı böyle oluyor”; yani “hep böyle oluyor, çünkü zorunlu ve zorunlu, çünkü hep böyle oluyor” gibi mugalata ve safsata ve neden – sonuçların yer değiştirdiği totoloji ve fasid dairelere giriliyor!
İlim – irade – kudretiyle yemek yapmayı niyet eden, ilminde haritasını çizen ve bilen ve kudretiyle yapan, yani olmazsa olmaz olan, hatta “sebep” dediklerimiz bile onun sayesinde, onun sebebiyle “sebep ve alet” katına yükselebilen “aşçı”yı; yani fail ve müessir ve usta olan Allahu Teâlâ’yı, O’nun amaç – ilim – irade – kudretini hesaba katmadan; yani “madde ve işleyişini O yokmuş gibi, varsa da karışmıyormuş gibi, olsa da olur olmasa da olur gibi(!) nasıl tasvir ve nedenseller ve açıklayıp, nasıllarım?” sorusunun cevabını aramakla meşgul Bilimsel Bilim! Yanlış sorunun ise doğru cevabı olmaz, önce soruyu düzeltmek gerekir.
Elhasıl Bilim’in Bilimsellik Kriterleri “ateist – materyalist – natüralist ve determinist” felsefe ve inançlarının, doğru olduğunu önvarsayıyor! Önvarsaymaktan öte; bu inançları kesin bilgiymiş, kesin doğruymuş; olgusal ve deneysel bir gerçekmiş gibi kâinatı gözlüyor – ölçüyor, tasvir ediyor ve bu inancına göre Bilimsel İfade ve Makalelerini dizayn ediyor! Yaptığı her keşif ve gözlem, bulduğu herşeyi bu öninancının delil – ispatı olarak kullanmaktan çekinmiyor!
Bilimsel Bilim’in yanlış sorulara verdiği yanlış cevapların efsunundan bakış ve anlayışımızı çevirip, baktığımızda, sorulması gereken doğru soru şudur: “Allah’tan başka hangi sebep, aynı topraktan türlü renk–koku–şekilde ni’metler; tavuktan yumurta, arıdan bal, inekten süt gönderebilir!? Allah’tan başka hangi neden atmosferi başımızın üzerinde bir filtre ve kalkan yapıp; vücudumuzu deriyle, hücremizi ayrı bir zarla, ağacı başka bir deriyle korur!? Rabbimiz’den başka hangi sebep yeryüzündeki tonlarca suyu göğe kaldırıp, arıtıp, rüzgâra taşıtıp, tekrar muhtaçlara indirir!?… Hangi sebep doğmamış bebeğe karnından bir kordonla; doğunca da dişsiz o bebeğe safi ve en gerekli bir sütü memeden gönderebilir!?” Uzay boşluğunda direksiz sür’âtle dönen Dünya Gezegeni’ne hergün tonlarca meme kanalıyla sütten ırmaklar, arı kanalıyla baldan nehirler, ağaç kanalıyla elmadan denizler yaratılıyor, akıtılıyor! Bunları görmüyor, farketmiyor; nedenini ve failini sormuyoruz! Neden? Çünkü Bilim, “kâinatta bu işler failsiz olabilir ve zaten oluyor” hurafesine bizi inandırmış!
Sineğin 2 eli bile girmeyen hücredeki nizam ve intizama, Bilim’in gösterdiği ve Rabbimiz yerine ikame ettiği hangi sebep, sebep olabilir; fail olup karışabilir; karışsa karıştırmaz mı!?
Sonuç olarak: Bilimsellik Kriterleri uyarınca Rabbimiz’i özne ve fail kabul etmeyen, üstelik reddeden (yani ateist ve materyalist, natüralist ve determinist) Bilim’in Bilimsel İfadelerinin semantik ve yapısal analizi yapılıp, cümleleri “nesne – özne – fail – yüklem – tümleç” açılarından incelendiğinde, görülecektir ki: Bilim; gör(e)mediği Rabbimiz yerine, gördüğü veya gör(e)mediği sayısız mekanizma ve şeyin, evrendeki faaliyet ve sonuç / eserlerin özne ve faili, usta ve müessiri olduğuna inanmakta ve kâinat ölçüm ve tasvirlerini bu inancına göre yapılandırıp, kurgulamaktadır!
Mevcut Bilim’e göre; “dünya döndürülmüyor, dönüyor; arıya bal yaptırılmıyor, arı yapıyor; ağaç tezgâhında elma üretilmiyor, ağaç yapıyor; toprak zarfıyla ürün gönderilmiyor, toprak yapıyor; yağmur gökten gönderilmiyor, gönderilmesine gerekte yok, çünkü yerçekimi sayesinde zaten gökten (tabiatıyla / tabiâtına uygun olarak) düşüyor; canlı ve bitkiler türlü mutasyon, değişim, evrim, tesadüf, uzun zaman, ayıklanmalarla oluyor, yani Allah yaratmıyor ve terkip – inşa da etmiyor; tavuk eliyle yumurta gönderilmiyor, tavuk yapıyor; demir – flor gibi elementler yıldızlarda pişirilip, gönderilmedi, onlar zaten dünyanın oluşumunda başlangıçta gelmişti ve gelmeye devam ediyor, yeraltında var; suyu Rabbimiz hiç’ten yaratmıyor, hidrojen ve oksijen birleşince (bileşik sayesinde / sebebiyle!) zaten oluyor; şifa veren bir Allah’a gerek yok, ilâçlar zaten bunu başarıyor!…”
Mevcut Bilim; Es-Samed olan (hiçbirşeye muhtaç olmayan, herşeyin varlık ve devam ve işleyişi için her ân / mekân O’na muhtaç olduğu) Rabbimiz’i kabul ve itiraf yerine, kâinat ve içindeki madde veya öz’ün Samed (yani Allah’a ihtiyaç duymayan) olduğu önyargı ve inanç, zan ve varsayımını savunuyor!
Ezelî ve ebedî (başlangıç ve sonu olmayan, yani sonsuz) Rabbimiz yerine, madde – enerji’nin ezelî ve ebedî olabileceği ve olduğunun delil – ispat, teorisi peşinde!
El-Hay ve Muhyî (hayattar ve hayat veren) Rabbimiz’in, cansız bitki ve organizmalara hayat verdiğini kabul etmektense, cansız ve camid madde ve zerrelerinin toplanma ve organizasyonunun hayat verebileceği ve verdiğine inanmakta! (Yani parçası’nda olmayan özellik ve sıfatların, bütününde olabileceğini mümkün ve ma’kûl görmekte!) Gayr-i mümkün bu hurafesiyle; “hayat veren Allah” gibi bir neden ve sebep ve fail olmasına ihtimâl bile ver(e)memekte; bunu teori, hatta hipotez olarak bile kabul etmemekte!…
“İlham ve sevk-i İlâhî”yi delilsiz reddederken; delilsiz “sevk-i tabiî ve içgüdü”ye inanmak ve sebep olarak göstermekte bir çelişki görmemekte!
Zamansız ve mekânsız Rabbimiz ve fiil, işlerini gözüyle görmediği için kabul etmeyip, üstelik ret ve inkâr ederken; zamansız ve mekânsız “tabiât, tesadüf, zorunluluk, kanun, uzun zaman, paralel / çoklu evrenler” gibi (zihin ve dil dışında, hariçte; yani reel ve somut olarak gösterilemeyen) zihnî veya hayalî veya vehmî süreç veya kavramları gayet kabul edilebilir ve bilimsel yöntemine uygun bulmakta!
Her neyse, asıl konumuz; Bilim’in Metafiziği, yani Teoloji, Ontoloji ve Epistemolojisi veya buna bağlı olarak şekillenen Bilimsel Yöntem ve Kriterleri veya üzerine temellendiği Bilimsel İtikad ve Hurafe; yani Amentü ve İnanç Esasları değil. Yeri geldiği için bahsedildi.
Sonuç olarak: Bilim’in “neden – sonuç” zincir ve şablonuyla açıklamaya çalıştığı varlık; yani Deterministik Kâinat Kurgu ve Tasviri, (bilinçli zihnimizin filtre ve antivirüs programlarına takılmadan) direkt bilinçaltı zihnimize:“Eşya; varlık, işleyiş ve sonuçlarının meydana gelmesinde Allahu Teâlâ’ya muhtaç değil!” vesvese ve amentüsünü, bilincimizin işitemeyeceği şekilde, bilinçaltımıza sessizce fısıldıyor! Harf mahrec ve kalıplarına girmeyecek kadar ufak üflemeler; kelime kalıplarıyla cisimleşmeyip, sözcüklere bürünmediğinden; bu ufak ve sessiz ve yavaş üflemelerin, tekrarla, telkin ve ilkası, bize te’sir edip, bizi teshir (sihir) ve hipnotize etmekte! Kâinattaki cansız eşya ve maddî değnekler; büyücülerin (bilim büyücüleri!) elinde hareketli ve canlı, “hareket ve özellikleri kendinden / kendi sebeplerinden / kendi tabiat ve zâtından” yılanlara dönüşmekte!
Elhasıl Bilim’in keşfedip, bulduğu her “neden (sebep)” veya olmasını varsaydığı “herşey”; Rabbimiz’le aramıza bir perde sebep, uzaklığı arttıran bir mes’âfe daha eklemekten ve eşya ile Rabbimiz arasındaki nedensellik / nisbet / münasebet ve etki / iletişim ve çağrışımları zihinde kapatıp, kesmekten; madde’nin şeffafiyetini biraz daha azaltmaktan daha ileriye gidememekte!
3 boyutlu kelimelerle yazılmış Kâinat Kitabındaki Ayetleri telâffuz edip, ancak tercüme ve anlamını bilmeyen dar ve sığ Bilimsel Yöntem ve Hurafevarî İnanç ve Felsefesiyle kendini kısıtladıkça bilmesi de mümkün olamayan (hatta bunlarda bir anlam ve işaret olabileceğini ihtimâl ve hipotez olarak bile kabul etmeyen!) mevcut Bilim’in kriterleri terkedilip; paradigma değişimiyle İslâmî Bilim’e geçilirse; kavram ve anlam harita ve bağlantı ve şablon (paternlerinin) değişmesi gerekecek.
Burada ölçümlerimizde su gene 100 derecede kaynayacak veya yağmur gene bulutlardan gelecek veya dünya, gene güneşin etrafında dönecek; ama artı olarak bunların anlam ve işaret ettikleri ve neye delil oldukları da bilinecek!
Artı olarak; El Esma-ül Hüsnâ kaynaklı “Kuddusiyet, Hafiziyet, Adalet, Kayyumiyet” gibi (mevcut Bilim’in Rabbimiz’i kabul etmediğinden keşfedemediği ve göremediği) kanun ve fiil ve hakikât ve işleyişler de görülecek!
Teknolojik olarak ise ne gibi artılar olacak, şimdiden birşey demek güç; fakat mevcut teknolojiden çok daha ileri ve zengin, verimli ve ekonomik, kısa ve ucuz ve çevreye zararsız yöntemi mevcut kâinattaki işleyiş ve içindeki mahlûkat ve eşyada olduğu için; buradan İslâmî B/ilim’de, (Allah-u â’lem) mekanik ve elektronik makina ve aletlere ihtiyaç duymadan, bu makina ve araçlara muhtaç ve bağımlı olmadan veya bağımlılığı asgarîye indirerek; aynı ve daha fazla sonuç alınabilecek “biyosibernanoelektronik” (biocybernanotronic) yöntem ve çözüm yolları keşfedilip, üretileceğini tahmin ediyorum.
Herhâlde başlangıç noktası olarak; 100 küsur elementin, kâinat ekranında türlü özellik ve sıfatlarda varlık ve özellik ve işlev ve fonksiyonlarının hiç’ten yaratılıp, icad ve inşa ve varlığa çıkmasında; bir bilgisayar komut veya program (yazılım) veya algoritması gibi olduğu farkedilecek!
Örneğin: “Hidrojen” ve “oksijen”in birleşmesiyle, vücud ve özellikleri yok’tan yaratılan “su” arasındaki mes’âfe farkedilip; aralarındaki ilişki ve etkileşimin, yatay nedensel sebeplerden kaynaklanmadığı (yani suyun, parçalarına indirgenerek nedensellenemeyeceği ve nasıllanamayacağı) anlaşılacak. Suyun “sihir” gibi, esrarengiz bir biçimde direkt Rabbimiz tarafından yaratıldığı farkedilecek! (H2O=Su olayına sihir yerine “bileşik” ismi vermek; olayı çözmüyor ve neden – nasılını açıklamıyor! Elhasıl hidrojen ve oksijen, suyun “inşa” sebebi ve yapıtaşıdır; “icad” sebebi değil! Cansız atomların, biyolojik organizma ve canlılık ve düşünce ve bilinç gibi özellik ve sıfatların, sebebi ve kaynağı olmaması gibi…)
Elhasıl dünya ve ahiret saadeti için: İslâmî B/ilim Yöntem ve Kriterleriyle eşyanın melekûtiyet yönü ve taşığıdı anlam ve işaret ettiği mesaj okunacak ve tercüme edilebilecek!
O zaman; mes’elâ dünyanın dönmediği, zaten kendi kendine dönmesinin mümkün de olmadığı anlaşılacak! Örneğin bunun tesadüf ve ihtimâl hesaplarıyla “imkânsız” denen, trilyarda bir ihtimâlle bile mümkün olmadığı; buradan, dünyanın dönme ihtimâlinin, tercih edici bir fail tarafından tercih edilip, gerçekleştirildiği görülür. Zaten “tesadüfen olma ihtimâli trilyarda bir”in anlamı ve anlattığı, işaret edip, gösterdiği şey: “Trilyarda 999.999.999…. ihtimâlle, yani kesinlikle Allah yapıyor” demektir!
İslâmî B/ilim’in “dünya döndürülüyor” ifadesi yerine; Bilimsel Bilim’in “dünya döner” ifadesi; fail ve özne olan “Rabbimiz’in bu iş / icraatta herhangi bir irade ve tercihi olmadığı, tercihi olsa bile dünyayı O’nun döndürmediği” ateist fikrini bilinçaltımıza üflüyor, üfler! Yani “dünya döner” ifadesi “olgusal ve nötr (yüksüz), tarafsız ve objektif olmayıp”; (Truva Atı gibi) bu ifade / mesajda saklı bulunan: “Sanki dünyanın kendinde karar verip, uygulayan bir ruh ve bilinç ve kuvvet var gibi veya kendinde içkin tabiât ve özelliklerinden kaynaklanan zorunluluk veya türlü tesadüf ve hariçten gelen türlü maddî sebep ve zorlamalarla; yani dünyanın dönmesinin alelâde ve doğal, gayesiz ve anlamsız ve abes olabileceği ve olduğu inancı”nı, bilinçaltımıza kodlar!
Bilincimizin filtrelerine takılmadan, bilinçaltımıza işleyen; buradan diğer duyu ve letaiflerimize kendini kopyalayarak, yayılan bu “Yanlış Bilim / Bilimsel Bilgi Virüsü – Virüslü Bilgi”, bir program gibi, zamanla bakış ve davranışlarımızı aşındırıp, bozar ve kendi istikametinde yönlendirip, bizi programlar! Bu tür derin ve gizli, yani subliminâl mesaj ve telkin, hipnoz ve sihirlerden etkilenmemek için; zihin ve kalbimize, bilinç ve bilinçaltımıza Antivirüs Programları yüklemek ve sık sık güncelleyip, çalıştırmak gerekiyor!
İslâmî B/ilim’in gözümüzü açıp, Bilimsel Bilim’in hipnoz ve büyü, efsun ve uykusundan bizi uyandırmasıyla; oynadığımız maçta bize gelen topun, üzerimize bize denk gelip, düşmediği; yani o topun bir fail ve tercih edici tarafından bize pas atılıp, gönderildiğinin görülmesi veya bilinmesi gibi; dünyaya da yağmurun tabiî sebep ve mekanizmalarla düşmeyip, bulut perdesi arkasından İlâhî gaye ve sebeplerle Rabbimiz tarafından gönderildiği bilinecek!
Elhasıl herşeyin in’âm ve ihsan edildiği (yani ni’metiyet ve melekûtîyet cihetleri) farkedilip, görüldüğü gibi; kâinatta mikrodan makroya içiçe daireler şeklinde bir bilgisayar programı ve fizik kanunu gibi çalışan ve olmazsa olmaz olan; El Esma-ül Hüsnâ kaynaklı “Kuddusiyet, Hafiziyet, Adalet, Kayyumiyet” gibi (mevcut Bilim’in Rabbimiz’i kabul etmediğinden keşfedemediği ve göremediği) kanun ve fiil, hakikât ve işleyiş, fonksiyon ve programlar da görülecek ve bilinecek!…
Elhasıl bazılarının “Bilim, bilimdir ve evrensel ve objektiftir; sana–bana göresi, İslâmîsi–Gayri İslâmîsi ol(a)maz” sözü yanlış olup; “bilim” ve “İslâm” kavramlarının ne olduğu ve olmadığını bilmediklerini gösteriyor!
Bu iddiayı savunanlar, zihinlerini seküler ve lâik paradigmalara göre dizayn ettiklerinden, yani batıdan ithal kavramlarla yapılandırdıklarından; zihnî algılarında İslâmiyet’i “din” kategorisine alıp, sonra “Bilimsel Bilim” isminde İslâmiyet dışı (İslâmiyet’ten bağımsız ve kopuk) seküler ve lâik bir alan oluşturmalarındaki absürdlüğü farkedememeleri normâl! (*)
[(*) Avrupa’da Bilim’in, kilise–engisizyon boyunduruğundan kurtulması için, bu din dışı kategori gerekli ve anlamlıydı. Bu dinden bağımsızlığını ilân etme ve din dışı alan tanımı, Batıda Bilim’in gelişmesi için işlevsel ve faydalıydı. Bu ayrım, muharref Hıristiyanlığın Tanrı ve Varlık tanımına da (yani teoloji ve ontolojisine) aykırı değildi (onların teolojisinde Tanrı kâinatın yaratılıp–kurulmasında ilk sebep olup, işleyişe karışmaz, olaylara bazen mu’cizelerle müdahil olur; Varlık ise kendisine Tanrı tarafından verilmiş bir kuvvet ve potansiyelle Tanrı’ya ihtiyaç duymadan ayakta durup, işleyebilir); üstelik Hz. İsa (A.S.) Efendimiz’in tebliğ ettiği hakikî Hıristiyanlık daha ziyade manevî ağırlıklı olup, dünyevî hayatın tanzimiyle ilgili (bilebildiğimiz kadarıyla) detay yoktu. Fakat İslâmiyet, yatağa yatış şeklinden, tuvalete giriş adabına kadar en ince detayları bile tanzim etmiş; kendisinden kopuk ve ayrı bir alan tanımına müsaade etmemiştir.
1700–1800’lerden itibaren başladığımız ve 1900’lü yıllarda tamamlayıp, resmîleştirdiğimiz Batıya benzeme/Batılı olma; (şapka, harf, dans, opera gibi) Batı’nın herşeyini birebir kopyalama suretinde gerçekleştiği için, Bilimsel Bilim ve bunun bağlı olduğu ateist–materyalist–natüralist–determinist zihniyeti de birebir kopyaladık.
Bir de; dinimizde “dünyayı bırak, ahirete çalış, hiçbir şeyi araştırma, öğrenme” gibi veya bu anlamı imâ veya ihsas edecek tek bir Ayet–i Kerime, Hadis–i Şerif, icma, kıyas vs. yokken, hatta durum tam tersiyken; “Bizi, İslâmiyet mi geri bıraktı” sorusunu utanmadan sorabildik! Maddiyatta geri kalışımızın sebebini kendimizde değil, dinimizde aradık; tarihsel, sosyolojik, politik ve ekonomik asıl sebeplerini bile sorgulamadık…]
“Bilim, bilimdir ve evrensel ve objektiftir; sana–bana göresi, İslâmîsi–Gayri İslâmîsi ol(a)maz” demelerinin diğer nedenleri:
Bilim’in objektif, tarafsız ve inançtan bağımsız ve evrensel olduğunu düşünmeleri.
Bilim’i sadece “gözlem – ölçme ve deney” olarak dar bir pespektiften tanımlamaları.
“Bilim” (science) ile “bilgi” (ilim, data – information – knowledge) ayrımını yap(a)mamaları. Halbuki “Bilimsel Bilim”; evrendeki mevcut bilgiyi keşif ve üretme yöntemlerinden sadece birisidir.
Bilim’e hâkim olan felsefe ve bu felsefenin rehberliğinde şekillenen Bilimsellik Yöntemi ve bu yöntemin dayattığı algı / amaç / bakış açısı / gözlem ve bilimsel ifadelerin, ateist ve materyalist, natüralist ve determinist dünya görüşüne göre şekillendiğini farketmemeleri.
Bilim’in “nasıl”a, İslâm’ın “niçin”e cevap verdiği safsatasına inanmaları! Çünkü mantık ve dil açısından çoğu yerde “nasıl” ve “niçin / niye” kavramları birbirinden bağımsız ve ayrı olarak cevabı verilebilecek sorular değildir.
Son olarak, mevcut Bilim’e alternatif olacak, ondan çok daha geniş bir araştırma–öğrenme, gözlem–yorum metodu olduğunu veya olabileceğini düşünememeleridir.
“Belli şartlar altında saf su, hep 100 oC’de kaynamaya başlar. Şu bilime, bu bilime göre değişmez!” argümanı da; Bilim’i sadece gözlem – ölçme ve deney olarak tanımlamalarından kaynaklanmakta.
Bir de mevcut Bilim’e alternatif olacak Bilim’in, gözlem – ölçme ve deney yapmayacağını zannetmeleri! Yani mevcut Bilim’e alternatif olacak, farklı bir dünya görüşüne göre kurulmuş, başka bir Bilim’in gözlem – ölçme ve deneye karşı olup; daha önceki bilim ve kültür anlayışlarının yaptığı gözlem ve ölçüm veri / datalarını dışlayacağı önyargısında bulunmaları! Hasılı konuyu derinlemesine düşünmemeleri.
Eğer gözlem–ölçme/deney Bilimsel Bilim’in malı olsaydı, patenti onun olsaydı, bu önyargılarında haklı olabilirlerdi ama ne yazık ki bu yöntemler ilk insandan beri var ve kullanılıyordu. Belki bu gözlem–ölçme/deneyi ellerini ateşe sokmak gibi veya Kur’ân-ı Kerîm’de Kabil’in kargayı gözlemesi gibi basit yöntemlerle yapıyorlardı ama vardı. Fakat Bilimsel Bilim bunu öyle lânse ediyor ki; sanki kendisinden önce gözlem–ölçme/deney yapan insan, toplum ve medeniyet yokmuş zannedersiniz! Sanki zannedersiniz ki: Gözlem–ölçme/deney mevcut Bilimsel Bilim’in tekelinde ve kendi keşfedip veya ürettiği bir yöntem; patenti ve kullanım hakkı ona ait! Halbuki kendisinden önce yaşamış Mısır, Hint, Çin, Mezopotamya Medeniyetleri ve özellikle İslâm Medeniyeti; gözlem–ölçme/deneyin değişik yoğunluklarda kullanıldığı medeniyetlerdendir. Yoksa Batı Medeniyeti ve buradan doğan Bilimsel Bilim, köksüz bir biçimde gökten zembille inmiş değil.
Sonuç olarak; “suyun kaynaması” argümanını seslendirenlere deriz ki: “Evet biz de sizinle aynı düşünüyoruz, her türlü bilime göre su 100 oC’de kaynar. İsterse ismi Bilimsel Bilim yerine, İneklere Tapan Bilim’i olsun farketmez; gözlem–ölçüm/deney yaptığında suyun 100 derecede kaynadığını görür; gerçek gerçektir, sana–bana göre zaten değişmez.”
Bilimsel Bilim’e alternatif olduğunu göstermeye çalıştığımız İslâmî Bilim; mevcut Bilim’in gözlem–ölçüm/deneylerinin, yani veri–datalarının, yani ham, işlenmemiş bilgilerinin yanlış olduğunu iddia etmiyor ve bu verileri de kullanır; doğru kimden gelirse gelsin zaten kabul etmek gerek.
Evrendeki bilgi’yi keşfetme veya üretme yöntemlerinden olan gözlem–ölçme/deneye karşı da değil İslâmî Bilim, bilâkis emreder. Bu yöntemleri Bilim Bilim’i taklit ederekte almış değil, yani kopye yok, (aslında süreç tam tersi). Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayet / emri olan “oku”dan itibaren; “okuma–yazma bilmeyen Peygamber”in (S.A.V.) “neyi okuyacağı, nasıl okuyacağı, niçin okuyacağı” ders verilmeye başlanmıştır (Bkz: Alâk Suresi ilk Âyetleri)… Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler’de, kâinatta işlerin “nasıl yürüdüğüne” defaatle bakmamızı istemesi (yani İslâmiyet “niçin”den başka, hatta belki daha fazla “nasıl”ı da sorgulamamızı emreder) ve defalarca akıl–düşünmeye yapılan teşvik ve emirlerle kâinatın okunması zaten başlamıştır. Hem de Bilimsel Bilim’den çok daha geniş ve derin, zengin ve yüksek bir biçimde!
Burada yazılanların konusu da; hem İslâmî Bilim’in bu zenginliğini bazı örnekler üzerinde göstermek, konu hakkında genel bir çerçeve çizmek; buna karşın Bilimsel Bilim’in “eksik” ve “yanlış” ve “zararları”nı göstermek üzerine. İnşâallah kitap çalışmamız bittiğinde, amacımız: İslâmî Bilim’in ayağını bastığı yerlere, Bilimsel Bilim’in değil gözü, hayâlinin bile yetişemediğini (Risale-i Nur’da sarihen geçmese de işareten veya îmaen çok yerlerde geçtiği gibi) göstermeye çalışmak.
Soru: “Bütün bu işlerde sebep ve fail ve usta tek olmalıymış, o da Allah olmalıymış gibi soru ve cevabı, delil ve ispatı, neden ve sonucu dizayn eden sensin! Soruyu bu önkabule göre kurgulayıp; bizi tek bir sebep veya fail ve usta göstermeye zorlaman yanlış; sanki tek bir cevabı varmış gibi ‘ya o ya bu’ şeklinde tek bir cevaba yönlendirmen yanlış! Bilim’in gösterdiği bütün bu faaliyet ve sonuçlar; tek bir sebep veya fail, usta veya öznenin ürünü deği!”
Sebep ve faillerin çok olması sizin iddia ve davanızı daha da imkânsızlaştırır. Çünkü o zaman organizasyon, koordinasyon gibi başka güçlükler de ortaya çıkıyor! Sebep olan nesnelerin içtimaına (mes’elâ toplanıp sinek yapmasına, sonra sinekteki atom – hücre – doku bazında olan toplanma ve dağılmama ve değişim ve gelir – giderlere de) ayrıca bir sebep ve mekanizma ve kalıp uydurmanız gerekiyor! Kâinattan sineği süzüp, sentezlemek için ve sinekteki her sistem için ayrı bir mekanizma ve toplanıp, dağılmamaları için ayrı bir kalıp gerekecek! Sonra o kalıplar için de ayrı bir kalıp; sebepler için de ayrı bir sebep ve mekanizmalar için de ayrı bir mekanizma bulmanız gerekecek! Elhasıl sineğin varlık ve devamını, zihninizdeki sebep – sonuç zincir ve paradigmalarıyla şablonize edip, kurgulamak; sineğin vücudunu ma’kûl ve rasyonel, mümkün veya zorunlu yapmıyor; yani sineğin neden ve nasıl ve niçin’ini çözmüyor, açıklamıyor!
Elhasıl sebep – mekanizma silsilerine yaslamak, sineği, işleri daha da güçleştirecek! Yani sebep ve fail ve ustaların çok olması; sineğin meydana gelmesine değil, hiç meydana gelmemesine sebep olabilir ancak! Çünkü 100 görmeyen sebebin toplanması, görmeyi değil görmemeyi arttırır! 100 cahilin biraraya gelmesi cehaleti arttırır! Anarşi ve düzensizliği daha da katmerleştirir. (Negatif sinerji!) Sinekteki durum; bir orduyu bir komutanın idare etmesiyle, bir komutanı bir ordunun idare etmeye çalışması arasındaki fark gibidir.
Sineği oluşturan her atomun, her zerrenin, sineğin inşasında sebep olup, elele vermek için birbirlerine hem hâkim (emreden) ve hem de mahkûm (emir alan, boyun eğen) olması gerekmesi gibi diğer paradokslardan ise hiç bahsetmedik! Elhasıl fail ve sebep tek olmalı, yoksa atom ve sebepler sayısınca olmalı; ortası, üçüncü şıkkı yok!
Haftaya devam edelim inşâallah.