Bilim, Tanrı’ya neden inanmaz?! (1)

Bilimsellik Felsefesi” (scientific, scientificness, scientificness philosophy, philosophy of scientificism) ve bu felsefenin ürün ve sonucu olan “Bilim (science); iddia edildiği gibi, “tarafsız ve objektif, nesnel ve nötr, seküler ve lâik” değildir ve zaten böyle bir objektivite ve tarafsızlık; hem epistemolojik ve ontolojik açıdan ve hem de mantıksal açıdan mümkün değildir.

Açıklarsak: Dil’in mantığı ve Mantık’ın dili; “inanıp – inanmama ortası” veya “dış eşit uzak noktası” gibi; “nötr ve yüksüz, objektif ve tarafsız” bir alana, izin vermez. Yani: “Var – Yok”un dışına çıkabileceğimiz veya bu iki şık arasında, orta ve eşit mesafede durabileceğimiz; objektif ve tarafsız bir gözlem ve koordinat noktası yok ve olması da, Dil ve Mantık açısından mümkün değil. Böyle nötr ve yüksüz, epistemolojik bir alan inşa edemeyiz! Yani: “Tanrı var – Yok” dışında, gidebileceğimiz üçüncü bir ihtimâli veya bu iki şıkka eşit mesafeden bakabileceğimiz, üçüncü bir düzlemi; teorik olarak bile inşa edemeyiz.

Gözlediğimiz bir olaya, “agnostik” bakıp, “bil(e)miyorum” bile desek; incelememizi gene de: “Eğer varsa, şöyle olmalı / olmamalı” ve “Eğer yoksa, şöyle olmalı / olmamalı” şeklinde yaparız. Yani: İllâ “var ve / veya yok” tarafından bakarak; birini, baştan doğru varsayarak; sonra gözlem yapar ve delil – ispat aramaya başlarız. Bunun sonucu olarak ulaştığımız neticenin kesinlilik ve sağlamasını da; gene bu iki şıktan birini, doğru kabul ederek yaparız.

Elhasıl: Evrendeki, varlık ve faâliyetlerini; ya “Yaratıcı ve Faili Var(mış)” veya “Yok(muş)” önvarsayım ve aksiyomlarıyla gözleyip, incelemek zorundayız. Bu gözlem – ölçüm datalarını ifade ederken, yapacağımız tasvir ve kullanacağımız kelimeleri de; gene başlangıçta doğru varsaydığımız, bu önkabül ve aksiyomlara göre yaparız.

Meselâ: Başlangıçta yola çıkarken, yani gözlem – incelemelerimize başlamadan önce; “Evrenin yaratıcı ve faili yok(muş); varsa ve olsa bile, evrenin işleyişinde yok(muş), yani karışmıyor(muş)” inancını; baştan, aksiyomatik olarak “doğru” kabul etmişsek: “Yaratma, yaratılış” yerine, ‘oluşum’; “sevk-i ilâhî ve ilham” yerine, ‘sevk-i tabiî ve içgüdü’; “Rahmanî, İlâhî” yerine, ‘doğal, tabiî’; “Rabbimiz’in eseri / mu’cizesi” yerine, ‘tabiâtın eseri / doğanın mu’cizesi’; “ilâhî kanun, sünnetullah” yerine, ‘doğa – fizik kanunları’; “rızık, ni’met” yerine, ‘doğanın ürünü, gıda maddesi’ gibi kelimeleri tercih ederiz…

Elhasıl: “Var(mış)” ve “yok(muş)”un dışında, üçüncü bir şık ve ihtimâl ve bu iki şıkkın ortasından veya dışından bakılabilecek, “objektif ve tarafsız” bir gözlem koordinat noktası olmadığı için; başlangıçta seçtiğimiz şıkka göre, bilgi ve ifadelerimizi kodlarız. Bunun sonucu olarak da: Evren ve içindeki madde’nin hareketini; ya “teist” (inanç) veya “ateist” (inkâr) ve “deist” (şirk) paradigmalarına göre tasvir ederiz.

Yani, Bilim/sellik’in: “Tanrı varmış – yokmuş gibi konularla ilgilenmeden, sadece madde ve evreni araştırıp, gözleyeceğim… Manâ ve metafizikle ilgilenmeden, sadece maddesel olayları inceleyeceğim… Evrendeki olaylara, inanç ve inançsızlık dışından bakacağım ve ifade edeceğim… Seküler ve lâik olacağım…” gibi sözleri; içi boş bir iddia, safsata ve mugalatadan ibarettir! Sanki: “Tanrı Var – Yok” dışında, bunlardan bağımsız ve tarafsız, bunlara objektif ve nötr bir gözlem noktası ve ifade biçimi varmış gibi!

Yani Bilim; evren gözlemlerinde, “Allah var(mış)”ı kabul etmediği için; gideceği tek mecburî istikamet olan “Allah yok(muş)”u esas tutmuştur. Ayrıca: Araştıma sonuç ve gözlem – ölçüm verilerinin tasvir ve ifadelerini de; esas aldığı ve doğru kabul ettiği bu “inkâr ve / veya şirk” yoluna göre; yani bir “ateist veya deist”in bakış açısına göre yapmıştır ve yapıyor!

Yani: Bilimsellik Felsefesi’nin ürün ve sonucu olan Bilim; “Ateist – Deist ve Materyalist, Natüralist ve Determinist”tir. Gözlem – ölçüm sonuçlarının, tasvir ve ifadelerini de; doğru kabul ettiği, bu felsefî inançlara göre yapar!

Özetle: Bilim/sellik, Tanrı’ya inanmaz. Çünkü: “Allah’ın olmadığı (inkâr / ateizm); varsa ve olsa bile, evrendeki işleyişe karışmadığı (şirk / deizm)” şeklinde, bir “Tanrı/sızlık tasavvuru” vardır ve buna göre de bir “Evren tasavvuru” vardır!

Share

Bilim, Tanrı’ya neden inanmaz?! (1)” hakkında bir yorum

  1. İslam Dünyasının ve hatta günümüz insanlığının temel problemi bilgi kuramıdır. Ayhan Bey’in, sadece bu makalesinde değil, bütün yazılarında enine boyuna masaya yatırdığı bu temel problem, bilim ile bilimsellik felsefesini iç içe geçiren eğitim sistemidir. Adeta ateizm, deizm, agnostizm, nihilizm, materyalizm ve darwinizm gibi inanışları örtük bir eğitim müfredatı haline getirmiş, bütün öğrencilerin mantık tabanını bu öğretilerle kurgulayan örtük eğitim müfredatını deşifre eden bu tür yazılar hayati değerdedir.

    Yazıda bilimsellik felsefesinin zihinlere dikte ettiği şöyle bir cümle var: “Evrenin işleyişini açıklamak için, ‘fail’ eklemeye; mantıksal ve ampirik bir zorunluluk veya gerekçe yok!… Belki PSİKOLOJİK SEEBEPLERLE veya aile – çevreden gelen şartlanmalarla; Tanrı’ya inanabilirsin,”

    Halbuki Ünlü astronom Sir Fred Hoyle da, aynı konuda şunu söylüyor : “Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, PSİKOLOJİKTİR.”

    makalenin ikinci ve müteakip bölümlerini heyecanla bekliyorum. Rabbim kalemine kuvvet versin Ayhan Bey Kardeşim.

    YUSUF ÇAĞLAYAN-Emekli Askeri Hakim
    http://www.sosyolojiksavas.com/
    @yusufcaglayana

Yorum ekleyebilirsiniz...