Aylık arşivler: Ekim 2014

“Var(lık)” ve “hareket”i dediğimiz şey; “ânlık var – yok”edilişlerdir sadece! (1)

deniz2

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Önceki haftalardaki yazılarımızda İslâmî Bilim’in kavram ve anlam haritalarını kurmakla ilgili olarak; mes’elâ “Yanlış sorunun, doğru cevabı olmaz” isimli Yazımızda “… Bu tür soruların yanlışını gidermeden, doğru cevabı verilemez” demiş, sonra “… Bilimsel Bilim’in; ışığın hem ‘dalga’ hem de ‘parça’ gibi davrandığı düalite sorunları ve bunu aşmak için mevcut teorilere eklemlenen yeni teori ve bilinmeyenler; yani teoriyi teoriyle yamama gibi ek çözüm yolları ve diğer bulmaca çözücüler; yani sisteme yeni lego ve matematik fonksiyonlar eklemek, İslâmî Bilim’de hiç gerekmeyebilir. Belki bunun için sadece varlıktaki ‘hareket’in ne olduğu ve nasıl gerçekleştiğini kavramakla işe başlanabilir. Yani evrende ‘hareket (yer değiştirme)’ ismi verdiğimiz süreç belki; fiziksel olarak sadece ‘bir ân / mekân’a sıkışmış somut vücudu bulunan, yani geçmiş ve gelecek diğer ân / mekânlarda mevcut ol(a)mayan eşyanın, (şimdiki ân / mekâna benzeyen sinema perdesindeki hareketli görüntüler veya ekrandaki piksellerin yanıp sönmesiyle, hareket eder algıladığımız görüntüler gibi) ‘ân be ân yaratılış – yokedilişleridir’ ki, biz bunu ‘hareket’ olarak algılıyoruz!… Ân’lık yaratılış – yokoluşların sür’âtli hızını algılayamayışımız veya biz de o ân kâinatla senkronize yokluk aşamasına geçtiğimiz için eşyanın yok’luğuna şahit olamayışımız; bizde varlık ve hareketinde kesintisiz bir süreklilik, mesafeler arasında noktasal bir sonsuzluk varmış algı ve inancı doğurmakta! Hatta evrendeki eşya eşzamanlı var – yoklar yaşamıyorsa, belki bazılarının yokluğuna şahit oluyor ve bunu ‘dalga’ olarak isimlendiriyor olabiliriz!” demiştik. Buradan devam edelim.

“Hareket – hız – zaman ve uzay (mekân)”; bu kavramlar birbirine göre tanımlanıp, ta’rif ediliyor. Peki bunları birbirine bağlamadan tanımlamak mümkün mü? Mes’elâ bu kavram ve ayrımları cümle içinde kullanmadan “zaman”ı ta’rif etmek mümkün mü? Örneğin “hareket”ten bağımsız ve ayrı olarak, yani tek başına “zaman”ı izah edebilir miyiz? “Var(lık)” ve “hareket”i dediğimiz şey; “ânlık var – yok”edilişlerdir sadece! (1) yazısına devam et

Share

Sır

Ağaçlar sallanıyor rüzgârda

Yıldızlar parıldıyor göklerde

Ay dolunay hâlinde

Her yer sessiz ve sakin

İnsanlar, kuşlar dönmüş yuvalarına

Hızlı bir rüzgâr esiyor bu karanlık gecede

Rüzgârın uğultusu

Sonra?

Her yerden sessizlik duyuyorum

Annem, kardeşlerim, insanlar, canlılar yok

İçimde cazip, esrarlı bir ürperti

Yer ve gökteyim ya da yer ve gök “ben”de

Ama “ben” nerdeyim!?

Nerde benim zannettiğim bu “ben!?

Kendimi duymuyor, hissetmiyorum

Yani “ben” bile yokum bu esrarlı gecede

Birşeyler hissediyorum ya da o “his” miyim?

Yoksa “hissedilen” mi?

Artık hiçbir şey bilmiyorum

Ama bir “bilen” var

İşte o “bilen”leyim

Şimdi beni hiçbir şeye ortak etmeyin ama hiçbir şeye

Bırakın kalayım bu hâlimle

Çünkü ben böyle huzurluyum

Ya da o “huzur” ben olan

Sonra?

Beni böyle bırakın

Bu hâlimle

Share

Ahiret, yarın’dan daha kesin ve zaten başladığı bugün – buradan ispatlanabilir!

yagmur1

Eski zamana nisbetle, bu zamandaki küfür ve inkârın cehaletten değil; ateist – materyalist – natüralist ve determinist fen ve felsefeden ve onun rengine boyanmış bilimlerden geldiğini ve kâinat ve ayetlerine manayı harfi yerine manayı ismiyle bakma gibi Bilimsel Kriter ve Yöntemlerle malûl ve bağ(ım)lı Bilimsel Bilim’in hakikât yerine hurafe ve malayaniyat veya dalâlet doğuracağını izah ve ispat eden Risale-i Nur’dan bazı parçalar tevhid edilerek, vahdet aynasında görülmesi için nazarınıza sunulmuştur. Bu konuda Risaleler’den başka parçalar da bulunabilir veya aşağıdakilerin eksikleri tamamlanabilir. Mes’elâ Lâhikalar’ın birisinde şu meâlde geçen yeri bulamadım: “Arz soğudu, taşa; taş ufalandı toprağa döndü’ gibi ifadeler meslek / meşrebimize uygun düşmüyor.”

Aşağıdaki nakillerde görüleceği üzere Üstad Bedî’üzzaman (R.Â.), “Fen – Felsefe – Hikmet” kavram ve sınıflandırmalarını genelde birbirinin müteradifi olarak kullanıyor veya bu, üçünün kesişim kümeleri olduğu şeklinde de anlaşılabilir. Yani genelde “fen (bilim) ile “felsefe” arasındaki ayrımın sun’î olduğundan; yani felsefesiz (yani bakış açısısız, tarafsız, nazar – niyet – amaçsız, yöntemsiz ve düşünce sistemi, paradigma, önkabül ve inançları olmadan) fen – bilim ol(a)mayacağını ima ve işaret ediyor. Zaten bilgi birikimi olmadan “felsefe” yapmak ve yöntem ve nazar – amaç – hipotez olmadan da “gözlem – bilim” yapmak mümkün değil. Artı olarak 1600 – 1700’li yıllardan önce; “mantık, matematik, fizik, kimya, sosyoloji, coğrafya, astronomi” gibi bilimler “felsefe”nin içerisinde olup, ayrı bir bilim – inceleme alanı olarak ayrılmamışlardı; yani Üstad’ın o yılların felsefe – hikmet – fenninden bahseden yazılarında, buna da dikkat edilmesi gerekir. Ahiret, yarın’dan daha kesin ve zaten başladığı bugün – buradan ispatlanabilir! yazısına devam et

Share

Gayb’a iman; delilsiz – ispatsız iman demek değildir

gece

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Ama önce yazıların uzun ve ağır, flu ve yorucu olduğu yönünde gelen birkaç eleştiriye cevap vermek gerekiyor. Yazılardaki bu durumun farkındayım, fakat bu bilerek yaptığım birşey değil; yazıların zihnimdeki coğrafî konumu zaten öyle!

Bunun, edebî kabiliyetimin azlığından ve okuyucu kitlesinin çeşitliliğinden başka birkaç sebebi daha var: Haritanın tamamı, resmin bütünü elimizde olmadığı için; bazen yazı veya paragraf, hatta cümleler arası büyük mantıkî boşluklar ve ilgisiz sıçramalar olduğu algısı oluşabiliyor. Aslında su üzerinde farklı ve ilgisiz görünen konular, tabanda büyük bir anakarayla birleşiyor. Bu sebepten bazı okuyucular için yüzeyde yüzmek, “bilgi” ve “anlam” açlıklarını gidermez; bazen dibe dalmak gerekiyor. Gayb’a iman; delilsiz – ispatsız iman demek değildir yazısına devam et

Share