Aylık arşivler: Eylül 2014

Sebepler, Sebep değildir veya Anlamanın Anlamı

gunbatimi1

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) “Medresetüz Zehra” Projesi kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?” konulu çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Geçen hafta özetle: Mevcut Bilim’in böyle ateist – materyalist sonuçlara varması Bilimsel Yöntem ve mesleklerinin zarurî icabı! Çünkü evrende gördükleri eserleri ve bu eserlerin sebebi olan gördükleri fiilleri, “ustasız / failsiz / öznesiz (Tanrısız) olarak anlatacağım” diye, baştan Bilimsel Bilim’i ateist, materyalist, natüralist ve determinist olarak kurmuşlar! Yani yola çıkarken, niyetlerini böyle ayarlamışlar! Baştaki önvarsayım “Tanrısız bakış” (güya sekülarist ve lâik ve tarafsız ve metodik natüralist, aslında ateist ve materyalist!) olunca; buldukları ve bulacaklar her veri, bu önvarsayımı doğrulayacak, en azından çelişmeyecek şekilde işlenip, Bilimsel İfadeler’de vücud buluyor! “Allahu Teâlâ’nın kâinatı yaratma ve işletme ve yönetmesine, yani devamlı avucunda tutmasına mantıksal veya gözlem – deneysel olarak bir ihtiyaç ve zorunluluk olmadığı”(!) önvarsayımına inançla bağlı olmaktan kaynaklanan, bu iddianın delil ve ispatına yönelik yaptıkları ve söyledikleri herşey! Sebepler, Sebep değildir veya Anlamanın Anlamı yazısına devam et

Share

Kâfir veya müşrik olmamak için Allahu Teâlâ’nın var ve tek olduğuna inanmak niçin yeterli değil?

gece1

Geçen haftaki Yazımızda “kâfir veya müşrik dediğimiz kişilerin kendilerini öyle kabul etmediklerini; zaten kendilerinin kâfir veya müşrik olduğunu kabul etseler; yanlışlarından dönüp, tevbe – istiğfarla mü’min olacaklarını” söylemiştik. “Çünkü hiç kimse savunduğu fikrin yanlış olduğunu bile bile bu fikre inanmaz ve savunmaz; zaten doğru kabul ettiği için o görüştedir” demiştik.

Yani Peygamberimiz (S.A.V.) döneminde kâfirlerin inanmama sebepleri kendilerince mantıklı sebeplere dayanıyordu: “Bizler yeri ve göğü yaratan ve idare eden bir Allah’ı kabul ediyoruz, fakat senin O’nun peygamberi olduğunu, seni O’nun gönderdiğini kabul etmiyoruz; dolayısıyle anlattığın Allah’ı kabul etmiyoruz! Çünkü eğer bizim inandığımız Tanrı veya seni gönderdiğini söyleyen Allah, kendisine inanıp – itaat etmemizi isteseydi, buna hiçbir mahlûkun gücü engel olamazdı! Yani seni gerçekten yer ve göklerin Rabbi göndermiş olsaydı ve kendisine inanıp – itaat etmemizi isteseydi; bize bir melek gönderirdi veya kitabı gökten indirirdi, böylece hepimiz inanır ve itaat ederdik! Demek ki Allah’ın bizi inandırıp – inandırmama gibi bir amacı yok; demek ki Allah şimdiye kadar — sen de dahil — hiç peygamber göndermedi ve göndermez (melek gönderir!); şu hâlde sen yalancı veya aldanmışsın!” gibi ilâh ve peygamber tanımları ve bu tanıma uymayan Allahu Teâlâ ve Peygamberleri kabul etmeyişleri sözkonusu! Kâfir veya müşrik olmamak için Allahu Teâlâ’nın var ve tek olduğuna inanmak niçin yeterli değil? yazısına devam et

Share

Bilimsel Bilim’in Çizdiği Sahte Evren Modeli Ve İslâmî B/ilim’in Gösterdiği Gerçek Evren

agac1

Bilimsel Bilim ateist – materyalist – natüralist ve determinist olup; Bilimsel İfadelerindeki subliminal, saklı mesajlarla, bu inançlarının delil-ispatını yapmaya çalışır; üstelik tarafsız ve objektif ve inançtan bağımsız olduğu yalanını söyler!

Yani Bilimsel Bilim: “Allahu Tealâ varmış – yokmuş karışmam, konum değil, çünkü ölçülemez vs.” diyor, sonra “Allahu Tealâ yokmuş gibi” davranıyor. Yani gözlemlerini “otomatik mekanizmalarla, failsiz, kendi kendine olmuş gibi;” sebeplerin çalışması, fizik-kimya, tesadüf, madde-enerji vs.’yle nedensellemeye; “ölçemediği ve mantıken ispatlamanın mümkün olmadığı, görmediği tesadüflerle vs.” açıklamaya çalışıyor.

Halbuki “fail” olmazsa, sebepler, sebep bile olamaz; mes’elâ aşçı / usta olmadan, “bıçak kendi kendine bir takım enerjilerle havalanıp soğan kesemez, tencereye giremez, oradan yağ şisesi havalanıp, raftan harekete geçen tencereye yağ dolduramaz, buradan ocak kendi kendine ateşlenemez, tuzluk uçmaya başlayıp vs…” Yani Bilimsel Bilim bize masal anlatıyor, bir hurafeye inandırmaya çalışıyor!…

Biz “varlığın yaratanı, sahibi, işleteni kimdir ve amacı nedir?” sorusunu; Bilim’in “madde nedir?” sorusundan çok daha hayatî ve önemli görüyoruz… İslâmî Bilim tarafsız değil; iyi – doğru ve güzelden taraftır; Bilimsel Bilim gibi kâinata “Allahu Tealâ yokmuş, faili yokmuş” gibi bakıp; küfür ve inkârı delil – ispatlamaya çalışmaz! İslâmî Bilim’i, diğer din / inançtan olanlar, kendi inançlarıyla çelişen taraflarını kabul etmeyebilirler ama inkâr da edemezler; çünkü red ve inkâr etmeleri için karşı delil / argüman getirmeleri gerekir. Bilimsel Bilim’in Çizdiği Sahte Evren Modeli Ve İslâmî B/ilim’in Gösterdiği Gerçek Evren yazısına devam et

Share

İslâmiyet’in doğru olduğunu “biliyor” muyuz; yoksa “inanıyor” muyuz?

agac2

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) “Medresetüz Zehra” Projesi kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?” konulu Kitap Çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı dizimize devam etmeden önce; bazı konulardaki bilgi eksikliğinin doğurduğu; kavram kargaşası ve anlam bulanıklığını gidermemiz gerekiyor.

Çünkü çoğu kez; yanlış bilmek, hiç bilmemekten çok daha tehlikelidir. Hiç bilmemek “cehaletse”, yanlış bilmek “kat kat cehalettir”; çünkü bilmediğini de bilmez ki doğrusunu öğrensin, çünkü cehaletine ilmi yok! İşte ateist – materyalist Bilim’in, en dehşetli zararlarından birisi de budur, yani: Öğrenilmiş Cehalet! Cahillliğin en kötüsü belki de “öğrenilmiş cehalet”tir. Böyleleri “doğrusunu biliyorum” diyerek; bu konuda bir merak ve arayışa girmezler. Yani cehaletlerine ilimleri yoktur ki, soruları olsun. Sorulan sorulardan ziyade, sorulmayanlardan korkmalı. Sorduklarımızdan değil, sormadıklarımızdan korkmalı bence.

Birinci Yanlış: Bu Yazı Dizisi ne dinî, ne felsefî, ne de bilimsel bir yazıdır. Çünkü “gerçek” gerçektir, dinisi – dinsizi, felsefî veya bilimseli ol(a)maz. Çünkü “hak” hak oluş keyfiyetiyle ve tanım olarak izafî ve değişken değildir. Fakat “hak”ka ait bilgi demek olan “hakikât”, izafî ve değişkendir. Çünkü araya “bilgiyi öğrenen, edinen” mahlûk (burada insan) giriyor ki, bu mahlûkların çeşitliliği ve bulundukları boyut ve bakış açı ve nazar ve sınırlılıkları ve lisanda bunun ifade edilerek, kelimelere dökülmesi; “hak”kın bilgisi olan “hakikât”te çeşitliliğe ve izafîliğe yolaçıyor. İslâmiyet’in doğru olduğunu “biliyor” muyuz; yoksa “inanıyor” muyuz? yazısına devam et

Share

Bilgi ve İnanç arasındaki İlişki / Etkileşim: Bilgi ve İnanç arasındaki Ayrım Yapay ve Aldatıcıdır

cicek1

Geçen haftaki Yazımızda: “Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) ‘Medresetüz Zehra’ Projesi kapsamında; ‘Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?’ konulu Kitap Çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı Dizimize devam etmeden önce; bazı konulardaki bilgi eksikliğinin doğurduğu; kavram kargaşası ve anlam bulanıklığını gidermemiz gerekiyor…

Çünkü çoğu kez; ‘yanlış bilmek’, ‘hiç bilmemek’ten çok daha tehlikelidir. Hiç bilmemek ‘cehaletse’, yanlış bilmek ‘kat kat cehalettir’; çünkü bilmediğini de bilmez ki doğrusunu öğrensin, çünkü cehaletine ilmi yok! İşte ateist – materyalist Bilim’in, en dehşetli zararlarından birisi de budur, yani: Öğrenilmiş Cehalet!” demiş ve buna örnek olarak verdiğimiz: “Delil” ile “ispat”ın aynı şeyler olduğuna inanılması ve bununla bağlantılı olarak, “bilgi’ ve “inanç” arasında fark olduğu; yani “bilmek’ ve ‘inanmak’ın farklı ve ayrı kategoriler olduğu” yanlışının izahını bu haftaya bırakmıştık; oradan devam ediyoruz.

Bir kere “delil” = “ispat” değildir. Gerçek şu ki, ispat; adet / miktarların ilmi “matematik”in soyut evreninde geçerlidir sadece! O da 1 = 1 ise; 1 + 1’in, 2 yaptığı ispat edilebilir. Somut evrende ise, aynı cinsten bile olsa birbirine eşit 2 varlık yoktur; bunların sadece “adet / miktar” gibi soyut özellikleri eşittir. “Ağırlık, hacim, ebat, uzay – zamandaki konumları, yaş, tecrübe vs.” diğer tüm özellik ve sıfatları farklıdır; yani hiçbir şey birbirinin aynı ve eşiti değildir. Herhangi birşeyi, diğer şeylerden ayıran ve fark ettiren, kendisine özel ve biricik en az bir özelliği vardır, kâinatta o boşluğu sadece o doldurabiliyordur ki Rabbimiz’in onu yaratma hikmetlerinden biri de budur zaten. Yani “ispat” kelimesinin kullanıldığı heryerde, bunun biraz mecaz ve gerçek / kesinliğe yaklaşmanın unvan ve işareti olduğunu düşünmek; ayrıca “delil” kelimesinin kullanıldığı yerlerde de “hüccet, kaziye, karine, bürhan” gibi çeşitlerinin de kullanıma sunulması gerek. Kavramlar arası nüansları yakalayacak sıklıkta ağlarımız olmazsa, bir sürü balığı kaçırırız, haberimiz bile olmaz. Bilgi ve İnanç arasındaki İlişki / Etkileşim: Bilgi ve İnanç arasındaki Ayrım Yapay ve Aldatıcıdır yazısına devam et

Share

Bilimsel Bilim’in İman Esasları: Bilimsel Hurafe ve Batıl İnançları

cicek2

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) “Medresetüz Zehra” Projesi kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?” konulu Kitap Çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı Dizimize devam ediyoruz.

Geçen haftaki yazılarımızda; “Yanlış bilmek’, ‘hiç bilmemek’ten çok daha tehlikelidir. Hiç bilmemek ‘cehaletse’, yanlış bilmek ‘kat kat cehalettir’; çünkü bilmediğini de bilmez ki doğrusunu öğrensin, çünkü cehaletine ilmi yok! İşte ateist – materyalist Bilim’in, en dehşetli zararlarından birisi de budur, yani: Öğrenilmiş Cehalet!” demiş.

Başka bir yerde; “Sormadığımız soruların cevabını, kâinatta göremeyiz; görsekte farkedemeyiz. İşte bu sebepten, soruları bilmek, cevaplardan daha önceliklidir. Çünkü doğru soruyu bilmezsek, doğru cevabı da bulamayız; görsekte tanıyamayız. Elhasıl: Bilim, yanlış sorduğu soruların cevabını doğru bile verse; gerçeğin bütününü göstermediği, bilâkis sakladığı için bu cevap yanlıştır; zaten yanlış sorunun doğru cevabı olmaz! Yani ‘Cevap nedir?’den önce, ‘Soru, doğru soru nedir?’i öğrenmeli. Çünkü kâinata neyi sorarsak, ancak onun cevabını farkeder ve alırız; aldığımız cevaplar, sorduğumuz sorulardan bağımsız değildir” demiş. Bilimsel Bilim’in İman Esasları: Bilimsel Hurafe ve Batıl İnançları yazısına devam et

Share