Bilimsellik Felsefesi’nin dayattığı Aksiyomatik Öninançlar

Yeni bir Bilim Anlayışının İnşasında, İslâmî bir Epistemoloji Önerisi (8)

Bu Yazımızda; “Bilimsel Bilgi”nin bilinçaltımıza telkin ve ilka ettiği “kirli ve virütik bilgilere;” bizi kodlayıp – programladığı ve formatladığı, “bilinçaltı (subliminâl) ve hipnotik mesajlara” değineceğiz.

Önceki Yazımızda verdiğimiz “yağmur” örneğinde; yağmurun “neden ve nasıl olduğu ve yağdığını” anlatan, Bilim’in bu “failsiz ve öznesiz” tasvir ve ifadeleri; “Ateist ve Materyalist Bilim”in, “Determinist ve Natüralist Bilimsellik Felsefesi”ne göre yapılmış bir “yağmur” tasviridir.

Bu tasvir ve ifadeler; (sanki “Allah var – yok”un ortası veya bunun 3. bir ihtimâl ve şıkkı varmış gibi veya bu 2 şıkka eşit mesafede kalıp, bakılacak dış bir 3. gözlem ve koordinat noktası varmış gibi!): “Gözlem ve araştırmalarımda, tüm dinî ve felsefî inançlardan bağımsız olacağım. Evrene, tarafsız ve objektif bakacağım. Olayları, olgusal ve olduğu gibi anlatacağım!…” iddiasıyla; “ateist” tarafa savrulan, “deist” subjektifliğe kayan ve bu inançları savunan “Bilimsellik Felsefesi”ne göre kurgulanmış ifadelerdir; “Bilimsellik Kriterleri”ne uyarak hazırlanmış “Bilimsel Bilgiler”dir.

“Allah var – yok” dışında 3. bir ihtimâl; gidilecek 3. bir yol ve aklî seçenek olmadığı için; “objektif ve tarafsız, olgusal ve nesnel” olunamayacak bir konuda; güya “objektif ve tarafsız olacağım” diye, Bilimsellik’in, bu “ateist ve deist” taraflı bakışı sahiplenilmez!

Ayrıca, bu konuda “objektif ve nesnel” bir bakış mümkün olsaydı bile; ahlâkî olarak, gene de “tarafsız” olmak doğru değil. Çünkü: “İyi – doğru – güzelden” taraf olmak gibi, insanî bir yükümlülüğümüz de var bizim.

Konumuza dönersek: Bilim’in bu “ateist ve deist yağmur tasviri(yani: “Yağmur”da Allah yok; yani Rabbimiz, yağmur’a ‘müdahil ve etken ve fail’ değil; belki kâinatın başlangıcında var ve fail olabilir!); yağmur’un, “failsiz ve öznesiz” yağdığına inanmasından kaynaklanmaktadır!

Buna da en büyük delil olarak: Faili görmemesini; Bilimsellik’in ise, gördüklerini konusu olarak kabul ettiğini vermektedir. (“Görmemek”, “olmamaya” delil olmaz; fakat konumuz bu değil.)

Diğer, en büyük zanları da: Görünen “madde ve sebep” ve görünmeyen “otomatik mekanizma” ve “doğa yasalarının;” fail gerektirmeden, bu işleyiş ve sonuçlarını gerçekleştirebileceği ve olanın da, bu mümkün’ün gerçekleşmiş hâli (vukûu) olduğu inancına sımsıkı yapışmalarıdır!

Yani Bilimsellik: “Yağmur’un; herhangi bir faile zaruret ve ihtiyaç duymadan, olabileceğine ve olduğuna” inanır. “Yağmur’un, failsiz olmasının mümkün olduğunu; olanın da, bu mümkün’ün gerçekleşmesi olduğu” inancını savunur. İşte “Bilimsel Bilgi” dediğimiz şey, Bilimsellik Felsefesi’nin bu itikad ve varlık anlayışına göre dizayn edilir.

“Bilimsel Bilgi”; kısırdöngüsel olarak [yani delil ve ispatın (müddeânın) sürekli yerdeğiştirdiği]: Mümkün ki oluyor; oluyor ki mümkün şeklinde yapılan, “totolojik” bir itikada göre dizayn edilir ve sanki bu “ateist felsefî inanç”, doğru ve ispatlanmış gibi kurgulanıp – sunulur.

Yağmur’u, Yatay Deterministik Şablon üzerinden, salt “sebep – sonuç” kurgusuyla resmeden Bilimsellik Felsefesi’nin verdiği bilgiler; güya “Evrenin varlık ve işleyişinde, herhangi bir fail ve özneye zaruret ve ihtiyaç yok(muş); çünkü ve zaten evrenin işleyişi, otomatik bir makina ve bilgisayar gibi(ymiş). Yani bu işleyişin failsiz olması mümkün(müş) ki oluyor ve oluyor ki mümkün(müş). Yani Allah yok(muş), varsa bile bu işleyişe karışmıyor(muş)… Zaten evrenin varlık ve devamında, işleyiş ve faâliyetinde O’na zaruret ve ihtiyaç yok(muş). Çünkü evrende O’nu gerektirecek bir nedensel boşluk ve delil de yok(muş)… O, varsa ve olsa bile ancak ‘İlk Neden Tanrısı’ olabilir(miş); fakat evren veya evrenler, sınırsız sonsuz veya sonsuz sınırlı ise, bu İlk Neden Tanrısı’na inanmak için de, aklî bir gerekçe ve gözlemsel, ampirik bir kanıt kalmayacak(mış)!…” gibi “aksiyomatik öninanç ve önvarsayımlara” göre kurgulanmış ifadelerdir.

Bilimsellik Felsefesi”nin, bu aksiyomatik varsayım ve tahminleri; bu felsefenin ürün ve sonucu olan “Bilim”in, tarafsız ve objektif olmadığını gösterir. Evreni, “olduğu gibi” görmediğini ve araştırma ve gözlemlerini de; “olduğu gibi”, yani “olgusal” anlatmadığını gösterir! Yani: “Bilim/sellik”’in; varlık ve hâdiselere, önyargılı ve koşullu baktığını gösterir. Üstelik: “Bilimselllik Kriterleri” diyerek, bunu tüm dünyaya dayattığını; zihnimize, epistemolojik şiddet ve baskı uyguladığını gösterir!

Bu önkabül ve aksiyomlara göre düzenlenmiş ve kurgulanmış “Bilimsel Bilgi”nin, bu “varlık ve bilgi anlayışı” (ontoloji ve epistemolojisi); “araştırma ve gözlemlerini”; bir “ateist veya müşrik ve deistin” gözüyle; yani “şirk ve inkâr” itikadına göre anlatır!

Bu varlık ve evren tasavvuru ise; güya “Allah yok(muş); varsa bile ancak İlk Neden olabilir(miş); varsa ve olsa bile, evrendeki işleyişe karışmıyor(muş)!…” şeklinde bir “Tanrı tasavvur ve anlayışını” (teolojisini), zihinlere enjekte ve empoze eder!

Bunun sonucu: İlkokuldan itibaren, (hatta daha da öncesinden başlayarak) tüm hayatı boyunca, okulda – medyada – sokakta; Bilim’in bu “kirli, virütik altmesaj ve anlam, bilinçaltı telkin ve gizli subliminâl mesaj” barındıran “Bilimsel Bilgilerine” tekrar tekrar ma’ruz kalan ve başka seçeneği olmayan öğrenciye, insana: “Varlık ve eşya tasavvurunu böyle kur, böyle düşün ve böyle de algıla ve yazılarında da böyle ifade et!… Evrene, sana taktığımız Bilimsel Gözlükle baktıkça zaten, hangi dinden olduğun farketmez. Çünkü inandığın Tanrıyı da, bizim tanımladığımız gibi (ateist ve/veya deist) tasavvur etmeye başlayacaksın zaten!… Sınırlarını ‘Bilimsellik’in çizdiği; varlık ve işleyişini ‘deterministik şablonla’ tasvir eden bu evrenin; Tanrı’ya ihtiyacı olmadığını (dolayısıyle, Tanrı’ya inanmak için de, aklî bir neden ve gözlemsel bir kanıt ve objektif bir delil olmadığını) sen de anlayacaksın zaten…” demektir!

Bu ise; Bilim’in, kendi “varlık” ve “bilgi” ve “tanrı” anlayışını; kendi ateist ve deist aksiyomatik inançlarını kabule zorlaması demektir. Tüm din ve inançlardan bağımsız ve ayrı, seküler ve lâik, olgusal ve objektif olduğu iddia edilen Bilimsellik’in dayandığı arka plân ve fonun rengi budur. Bilimsellik Felsefesi’nin ürün ve sonucu olan Bilimsel Bilgi’nin, zihnimizi yönlendirip – programladığı ve bizi hipnotize eden; “gizli zihinsel kod ve derin bilinçaltı komutlar” (subliminâl mesaj ve telkinler) böyledir.

Buradan geleceğimiz nokta: Bilim’in, “inkâr ve/veya şirk”i savunan; yani “ateizm ve deizm”e hizmet eden Bilimsellik Felsefesi ve sanki bu “felsefî inkâr ve inançları” doğruy(muş) ve ispatlanmış “altmesajıyla” (bu arka fonda) sunulan “Bilimsel Bilgi;” dinimizin “Tevhid ve Vahdet” Paradigmasıyla çelişir ve çatışır.

“Eğer evrende bir olay, sebep – sonuç ilişkisi ve madde – enerji etkileşimleriyle nedensellenebiliyorsa; burada Tanrı gibi bir fail aramak lüzumsuz ve gereksizdir. Evrenin işleyişinde, Tanrı’yı gerektirecek nedensel bir boşluk ve loşluk yoktur(!)” diye iddia eden “Bilimsellik”in; evrendeki olayları “neden – sonuç kurgu ve şablonuyla” resmetmesi ve (madde ve nedenleri, “neden” olarak atayıp; bunları, fiil ve icraatında “araç / alet-edevat” olarak kullanan) “fail”e yer vermemesi; bilinçaltımıza “subliminâl mesaj” olarak: “Bu işleyişe Tanrı karışmıyor” telkin ve talimatını kodlar!

Bilimsel Bilgi’nin, sesli olarak: “Gördüğümüz bu şey; şu sebep – sonuç ilişki ve etkileşimiyle oluyor” demesi; bilinçaltımıza sessiz olarak: “Bu işleyişin, failsiz olması mümkün ve zaten olmaktadır” mesajını gönderir.

Kulağımızla işitilmesi ve bilincimizle farkedilmesi mümkün olmayan, bu harfsiz ve sessiz – sözsüz mesajları; bir sihir ve hipnoz gibi, “varlık tasavvur ve algımızı” şekillendirerek, irade ve davranışlarımızı yönlendirir.

Bilimsellik Felsefesi’nin (scientism, scientific, scientificity, philosophy of scientificism), evrendeki “bilgi”yi (veri/data – information – knowledge), Yatay Deterministik Şablona göre filtreleyip – kodlaması ve “bilim(science) olarak, yeniden üretmesi neticesi ve gözümüzü açtığımızdan beri, tüm ömrümüz boyunca maruz kaldığımız bu “Bilimsel Bilgilerin” telkin ve tekrarları neticesi; kalbimiz “müslüman” kalsa bile, algı ve zihnimize “inkâr ve şirk virüsleri” bulaşmış, hastalık tüm vücuda yayılmıştır artık!

Üstelik, bu virüsleri tanıyıp – teşhiş edecek, bir antivirüs programımız bile olmadığı için; hasta olduğumuzu bile farketmeyiz! Ki, tedavi olmayı düşünelim; bir çözüm arayalım!…

Siz, hiç ağaç gördünüz mü!?

Üstelik, Bilimsellik Felsefesinin taşıdığı bu “şirk ve inkâr virüsleri”, sadece Rabbimizle münasebetimizi, itikad ve ahiretimizi tehlikeye atmakla kalmaz! Bilim’in, bu, kendi sınırlarını aşarak, bütün hayatımıza sirayet eden, kirli “virütik bilgileri”; algı ve anlamlandırmalarımızı bozan bu “varlık ve bilgi ve tanrı anlayışı/anlayışsızlığının” neticesi olarak; varlık ve gerçeklikle, birebir teması da kaybederiz! Varlıkla aramızda oluşan bu boşluk ve kesiklik neticesinde, artık eşyayla şahsen ve birebir tanışmamız da zorlaşır! Başta kendimiz ve Rabbimiz ve sonra da eşya ile aramızda bir mesafe ve soğukluk ve yabancılaşma başlar!

Yani: “Bilim ve Bilimsel Yöntem”; sadece “biliminsanın” laboratuvarda yaptığı “iş” olarak kalmayıp, sınırlarını aşmış ve bilimle ilgilenmeyen sokaktaki insanın da, algı ve anlam haritalarını bozmuştur!

Kâinat ve Rabbimizle, aramızdaki ilişki ve bağlantıyı koparan ve kapatan ve bizi, bir “yabanî” gibi¸herşeye soğuk; herşeye dışarıdan ve uzaktan; yani “objektif” bakmaya zorlayan “Bilim/sellik Virüsü”nün zararları neticesi, varlık ve gerçeklikle teması kaybederiz. Herşeye “Bilimsel Göz / Bilimsellik Gözlüğüyle” bakmaya; nesnel ve objektif olmaya; bunun için, herşeye dışarıdan ve pencerelerden bakmaya alışırız.

Burada Bilimsellik Felsefesi (ve daha genelde tüm Felsefe); varlık ve eşyayı, “akıl” üzerinden, bilme ve düşünme sürecinin adı; daha doğrusu, eşya ile, “zekâ” üzerinden kurulan bağlantının adı olup; bu da varlığı, zihne; yani “dil ve mantık”a hapsetmenin diğer adı olmaktadır!

Eşyayla, “kuru zihinsel bilgi” ve “nicelik / bilimsel ölçüm – tanımlar” üzerinden kurulan, bu temas/sızlık neticesinde; “epistemoloji ve objektivite”yi aşarak; eşyayla birebir karşılaşmamız ve tanışıp – kaynaşmamız zorlaşır! Bunun bedelini; eşyanın “ne” olduğu ve bize “yakınlık” ve “hissettirdiklerinin” kaybıyla öderiz!

İşte insanın, “Bilimsel Devrim ve Aydınlanma” denilen; Rabbiyle bağlantısını kesme ve kapatmasının neticesi olarak, “varlık”la da bağlantısını kaybetmesiyle; bir ağaca baktığımızda veya dokunduğumuzda ve yapraklarının çıkarttığı lâhutî hışırtıda, kaybettiğimiz ilk şey; bu yakınlık ve bu histir!

Meselâ “yağmur”un, Rabbimiz’in indirdiği ve gönderdiği “ni’met ve rızık” olduğu, hatırımıza bile gelmez! Yağmur’un, güya tecessüm etmiş ve cisimleşmiş “rahmet” olduğu, çoğumuzun algı ve çağrışımlarından çıkar.

Meselâ; gökte “bulut”a baktığımızda, “kendinde bulut”u algılamayız; “asıl bulut”u görmeyiz. Gördüğümüz; “suyun, buharlaşmış ve yoğunlaşmış hâlidir” sadece! Bu algı ve anlamlandırmayı aşıp; Bilimsellik’in tüm objektif tanım ve nesnel ta’riflerinin ötesine geçerek, bulut’la şahsen tanışmamız çok zordur. (Burada artık, mesela “bulut” ile bulut olarak; yani “bulutun şahsiyeti” üzerinden bir tanışma ve kaynaşma yok. Bulut’a, “su buharının yoğunlaşmış hâli” tanım ve kavramsallaştırılması üzerinden bakma ve öyle baktığı için de, bulutu öyle görme ve algılama ve anlamlandırma var. Yani: Bulutun fiziksel görünüşünü görmek, fakat derinliğini görememek; görsekte farkedememek, farketsekte anlamlandıramamak ve önemsememek var.)

Bunun gibi; meselâ “su”ya baktığımızda; su’yu, “su” olarak görmeyiz. Gördüğümüz: “2 hidrojen ve 1 oksijenin bileşiminden oluşmuş bir madde”dir sadece! Çevremizdeki “taş, toprak, ağaç, hava, rüzgâr, ışık, ses” gibi varlık ve eşyaya bakışımız hep böyle dolaylı ve uzaktan; “bilimsellik”in hep bu “sayısal ve nicel” tanımları üzerinden olur. Bilim’in, “analitik düşünce” diyerek, analiz – sentezlerle, eşyayı bölüp – parçalayan ta’rifleri penceresinden olur. Varlığa; holistik ve bütüncül, “tevhidî” bakışın terki neticesi; eşyayla, birebir yakınlaşma ve empati ve aracısız iletişim, mümkün olmaz.

Bu tıpkı: Karşımızda tanımadığımız bir insana bakarken, sadece fiziksel görünüşünü görmek ve bununla ilgili detaylı şekilsel tanım ve ta’rifler yapmak ama, o insanla bizzat tanışmadığımız için; o insanın “manevî vücudunu;” yani ahlâk ve karakter, düşünce ve davranışlarını görmemek ve bilmemeye benzer. Uzaktan gözlem ve aracıları ortadan kaldırarak, o insanla direkt tanışıp, iletişim kurmadığımız için; aramızda herhangi bir sevgi veya nefret bağı oluşmamasına benzer. O insana empati kurup, ruh hâlini hissetmemek ve farketmemek; farketsekte önemsememek ve bu algı ve anlamlandırmanın doğal sonucu olarak; zaten bu insanla, yakınlık ve arkadaşlık kurmaya hiç niyeti olmamak ve bundan özellikle kaçınmaya benzer.

Bilim/sellik Felsefesi ve ürünü olan Bilim, Tevhid Paradigması’nın Zıttıdır

Bilim’in; başlangıçta “deizm”e yolaçarak, buradan “ateizm”e giden yolu kolaylaştıran; yani “şirk ve inkâr”ın teori ve sistemini kurmaya çalışan bu Bilimsellik Felsefesi’nin:

“Evrendeki olayların ‘nasıl ve neden’ olduğunu, ‘sebep – sonuç’ ilişki ve etkileşimleriyle açıklayabiliyorsam; ‘kim ve niçin, anlam ve amacı ne?’ gibi, ‘fail ve gaye sorularına’ zaruret ve ihtiyaç yoktur!” diyerek; evrende Rabbimiz’e yapacak iş bırakmayan(!) bu “Determinist Evreni!;”

“Madde’nin; varlık ve devam, hareket ve çalışmasında, Rabbimiz’e zaruret ve ihtiyaç duymadığı;” bu bizatihî (kendinden / kendi tabiât ve zâtından kaynaklı)Kayyum Evreni!;”

Rabbimiz’i, eğer varsa ve olsa bile, ancak “İlk Neden” olarak kâinatın başlangıcına kadar uzaklaştıran ve Rabbimiz’e ancak burada ihtiyaç duyan ve (kerhen de olsa) ufacık bir rol veren “Deist Evreni!;”

“Ama, eğer ‘sonsuz evren/ler’ veya ‘sonsuz sonlu evrenler’ ispatlanırsa; bu ‘İlk Neden Tanrısı’na da ihtiyaç ve inanmak için neden kalmayacağını” iddia eden “Ateist Evreni!;”

“Şu anlattığım iş ve işleyişe, Tanrı müdahil ve fail değil; bu işleyişte Tanrı yok” diyen “Ateist Evreni!;”

Alenî Deist” ve “Gizli Ateist” olan, sıkıştırınca da: “Bunu gözleyip – bilemeyiz. Dolayısıyle Tanrı’nın varlık – yokluğu ve evrenle münasebeti gibi meseleler, Bilim/selllik’in konusu değildir” diyerek, bu sefer “Agnostizm”e kaçan “Agnostik Evreni!;”…

Elhasıl, varlık ve faâliyetlerine bakarken Kim? ve Niçin / niye? (Gaye ve amacı ne?)” sorularını sormayacağını, daha baştan deklare etmiş “Bilimsellik Felsefesi”nin; güya “inanç ve taraftan bağımsız ve ayrı olacağım; herşeye, seküler ve lâik bakacağım” iddiâsıyla, geldiği ve bizi getirdiği yer burası!

Sonuç olarak: Bilim’in (science), evrenden elde ettiği Bilgi’yi (veri/data – information – knowledge);Ateist ve Materyalist, Determinist ve Natüralist” felsefî inanç ve aksiyomlarına göre filtreleyip – işleyerek, ürettiği Bilimsel Bilgi ve bize sunduğu, bu “evren tasavvur ve tasvirleri,” Tevhid Paradigması’nın tam aksi istikametidir!

Halbuki “Tevhid ve vahdet”; hem düşünerek, kendi içimizde (enfüs), mantıken ulaşılabilecek aklî bir ilke ve hem de dışımızda (afak), varlığı inceleyerek, elde edilebileceğimiz gözlemsel bir bilgidir.

Üstelik: Bu “enfüsî ve afakî” düşünme ve araştırma neticesi elde ettiğimiz bilginin doğruluğu; sistem dışından gelen bir “bilgi ve haber” olan “Risalet/Nübüvvet/Vahiy”le de, ayrıca te’yid edilip, doğruluğu onaylanmış.

Burada, bir düşünme ve araştırma yöntemi olarak “tevhid” kavramından anlaşılması gereken, sadece Rabbimiz’in varlık ve birliği; tek olup, ortağı olmaması değil. Rabbimiz’in, icraat ve fiilleri ve sonuçları olan eserlerinde de ortağı olmaması, ortaklar kullanmaması; kendisine yardımcılar atamaması demektir.

Bu Tevhid Paradigması’nın, evren gözlem – araştırmalarında sonucu ise; Rabbimiz gibi bir fail ve özne olmadan, hiçbir şeyin hiçbir şeye, hakikî fail ve sebep, aktif ve etken olamayacağıdır. İpe dizili tesbih taneleri gibi, evrendeki zerre ve kürrelerin birbirlerine bağlı olup; bu hâliyle kâinatın tek parça bir bütün olduğu; buradan herhangi bir parçayı koparıp, evren ve Rabbimizle bağlantısını kesip, herhangi bir sebep ve mekanizma, madde ve kuvvet, tesadüf ve tabiata bağlanamayacağıdır.

Çünkü: Kitabı yazanın, içindeki cümleleri yazanla; cümleleri yazanın da , cümle içindeki kelimeleri yazanla ve kelimeleri yazanın da, kelimelerdeki harfleri yazanla aynı olması zaruret ve mecburiyeti vardır.

Çünkü: Elma’yı yapan kim ise, ağacı da o yapmıştır; ağacı yapan kim ise, toprak ve dünyayı da ancak o yapmış olabilir… Elhasıl: “Madde alet edevatlarını” kullanarak, elma’yı kim terkip ve inşa etmiş ise; elmanın bağlı ve asılı olduğu “kâinat ağacını”; elmanın yapıldığı ve dokunduğu “kâinat tezgâhını” da o yapmıştır…

Aksi hâlde; “Bilimsellik”in, birbirlerine ve Rabbimiz’e tevhid edilerek, bağlanmış varlığı parçalayıp – ayrıştırarak ve Rabbimiz’den kopararak: “Elma, ağaçtan; bitki, topraktan; yumurta, tavuktan; şifa, ilâçtan; su, H2O’dan veya buluttan; ışık, güneşten…” şeklinde Yatay Deterministik Zincir Şemaları ve tasvir kalıpları; bize, “toprağın elma yapabileceği ve yaptığı; tavuğun, yumurta imâl edebildiği ve ettiği; güneşin, bize ısı ve ışık göndermeyi irade ettiği ve gönderdiği” veya “evrende gaz hâlinde bulunan, yanıcı / yakıcı, hidrojen / oksijenin, birleşerek, kendilerinde olmayan ‘sıvı ve serin ve söndürücü su’ yapabildiği ve yaptığı (kendilerinde olmayan özellik ve niteliklerin ortaya çıkması; yani bütün’ün, parça ve yapıtaşlarına indirgenememesi ve rasyonalize edilememesi)” gibi absürdlükleri bilinçaltımıza kodlanır.

Bunun sonucu olarak: “Kayyum (var olup, ayrıca varlıkta durma ve devamında, herşey O’na muhtaç ve bağlı/bağımlı) ve Samed (herşey O’na muhtaç, O ise hiçbirşeye muhtaç değil) olan Allah” inancı yerine; “Kayyum ve Samed olan Kâinat” inancı zihnimize işlenir…

Bu kodlama ve Yatay Deterministik Düşünce Kalıpları sonucu; “Mona Lisa , Da Vinci / resim – ressam” bağlantı ve çağrışımları; kâinat ölçeğinde “Varlık – Allah / eser – müessir” olarak kopar. Bu zihinsel alışkanlık neticesi: Bu ni’metleri, varlık tezgâhında; “madde”, araç ve alet – edevatlarıyla imâl ve inşa ederek, bize gönderen Rabbimiz’i bize unutturur. “Yaratma”, oluşuma; “ni’met”, mala; “rızık”, gıda maddesine; “sevk-i ilâhî ve ilham”, sevk-i tabiî ve içgüdüye evrilir…

Gelecek Yazımızın konusu: Tevhid; hem Aklî bir İlke ve hem de Gözlemsel bir Bilgidir.

Share

Yorum ekleyebilirsiniz...