Bilimsel Bilim’in Eksik, Yanlış ve Zararları veya Niye İslâmî B/ilim’i Tercih Edelim?

agac1

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.A.) “Medresetüz Zehra” Projesi kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları Ve İslâmî Bilim’e Niçin Geçmeliyiz?” konulu çalışmamızın çerçeve yazısı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz; fakat önceki haftalardan kopukluk olmaması ve hafızamızı tazelemek amacıyla aşağıdakileri tekrarlamakta fayda var:

Gördüklerimizi net ve berrak ifade edebilsek, yani gerçeği daha ince ve hassas terazi ve ölçülerle, yani tam yerinde kelimelerle anlatabilsek; “Yanlış Bilgi (data – information – knowledge)” ve “Bilim (science)” Virüslerini ve mesajlardaki parazitleri azaltmış oluruz. Yani günlük konuştuğumuz dil ve Bilimsel İfadelerde kullanılan akademik – metodik dil’de de problemler var. Bu problemlerle ilgili; mevcut Bilim’in gözlem – deney ve kanun – teorilerini isimlendirme, izah ve tasvir ederken içine düştüğü mantıksal ve dilsel hata, yanlış ve safsataları ve buradan bize kabul ettirmeye çalıştığı masal – hurafelerini anlatmaya devam edeceğiz…

Örneğin: “Ağaçtan meyve çıkması, ağaçla meyvasının birlikte artarda inşa ve yaratılması, ağaç tezgâhında meyve – çiçek – yaprak dokunması” gözlemi; Bilim’in Bilimsel Filtrelerinden geçerek, “ağaç, meyvenin sebebidir / sebeplerinden biridir” şeklinde (sanki Rabbimiz’in bu iş – icraatta etkisi yokmuş; sanki bu icraaatı zaten Rabbimiz yapmıyor, olay otomatik – mekanik kendi kendine robot gibi işliyor – oluyormuş gibi; böyle bir algıyı bilinçaltına empoze edecek şekilde; sanki olay sadece ağaç ile elma arasında cereyan ediyormuş gibi!) eksik ve yanlış yorumlanır.

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi; dış dünya ve gözlemlerimizi hem yalın ve hem de itikadımızı aşndırmayacak şekilde doğru ve hassas kelimelerle ifade edemezsek; zihnimizde (ve muhataplarımızın zihninde); “olan’ın / gerçek”in bozuk bir kopya ve modelini inşa etmiş oluruz! Ve bundan daha kötüsü de, zihnimizdeki bu kurgunun, gerçeğin birebir kopyası olduğu zannetmemiz, daha doğrusu buna bilir gibi inanmamız olur!

Zaten varlığı inanç ve değer’den bağımsız ve tarafsız gözlemek ve anlamlandırıp, tasvir etmek mümkün değil? Bir de yanlış kelime – kavram seçimleri ve cümle terkipleri işi daha da zora sokuyor!

Buradan konumuza dönüş yaparsak; objektif ve olgusal Bilim ol(a)maz. Çünkü birşeyi ya “Yaratıcısı varmış” önvarsayımıyla veya “yokmuş” önvarsayımıyla inceler ve ta’rif edebiliriz; üçüncü ihtimal ve tarafsızlık mümkün değil. O hâlde biz doğru ve gerçek’e mutabık / realiteye uygun, yani nefsül emirde de öyle olan “Allahu Teâlâ var” önbilgisini başta esas alıp, bununla tutarlı olacak (en azından çelişmeyecek) şekilde İslâmî Bilim ve gözlem yapacağız! Yani kâinat ve içindeki varlık ve faaliyetlerin faili, sahibi, ustası, yönetici ve bizzat işleticisi Allahu Teâlâ var olarak; deney – gözlem – ölçme yapacağız, ifadelerimizi buna göre ayarlayacağız. Yani hak ve doğrudan taraf olacağız; güya ortası varmışta tarafsız ve objektif olunabilirmiş gibi; yani Bilim’in açtığı gibi, ateist – materyalist felsefe ve inançlara delil ve mazeret ve meşruiyet alanı açmayacağız!

“Bilim, Bilimsel Yöntem ve tanımı icabı Rabbimiz’i reddetmiyor, bu reddediş zaten Bilimin Bilim’in yöntem ve tanımına aykırı; sadece kabul etmiyor” şeklinde bir itirazla, mevcut Bilim felsefe ve anlayışını savunmakta yanlış! Çünkü daha önce de dediğimiz gibi; “çoğu şeyin tarafsız ve objektif bakılacak, eşit mesafede orta bir ortak noktası yok;” bu sebepten tarafsızlık ve objektiflik, olgusallık ve nesnellik; mantıksal açıdan ve dilin gramatiği açısından mümkün değil! “Mevcudat”ın insan tarafından algılanıp, bilinmesi; yani “ma’lûmat”a çevrilmesi; yani mevcudat’ın insan zihin ve anlayış ve diline çevrilmesi; yani insanîleştirilmesine aykırı zaten bu. Yani “bilgi”nin tanımına da aykırı! Bilgi’nin zuhur sebebi zaten birşeyleri birşeylere bağlamak; bu bağlantıdan kıyaslar, ölçmeler, sıralamalar yapmanın sonucu.

Elhasıl “kâinattaki varlık ve faaliyet ve eserlerin faili, öznesi, ustası, varlık ve devam sebebi Allahu Teâlâ var – yok diye yargıda bulunmadan gözler ve nesnel olarak ifade ederim” demekte; “ortası, tarafsız ve objektif aynı uzaklıkta orta noktası” değil! Çünkü o zaman gözlemlerini Yaratıcıya bağlamaktan özellikle kaçınmış olursun. Yani “Yaratıcı yokmuş” önvarsayımıyla hareket edenlerin kuracağı cümleleri kurmuş ve bir de onlara meşruiyet alanı açmış, onların davalarının savunucusu olmuş olursun! Bu kaçınma sonucunda, varlık ve faaliyetlerini; “ilâhî değil, tabiî; dışgüdü (sevki ilâhî) değil, içgüdü; Allahu Teâlâ’nın irade ve emriyle değil, tesadüfen; Allah’ın mu’cizesi / eseri değil, doğanın mu’cizesi / sonucu” olarak nedensellemeye (ve “nasıllamaya”) başlarsın! Ve herşeyi madde – enerjinin değişim ve dönüşümünün olağan ve zorunlu bir sonucu olarak görürsün! Böylece uzun zaman – evrim – devrimle herşeyin olması, senin için mümkün hâle gelir! Şu ânda vuku bulan, olanları da, bu mümkün’ün gerçekleşmesinin delili olarak görmeye başlarsın! Tam bir kısır döngü, totoloji!

Elhasıl sorun: Bilimsel Bilim’in bir yöntem olarak kullandığı gözlem – ölçme / deney ve bunlardan elde ettiği ham veri / datalarda değil; Bilim’in bu bilgi parçalarını birleştirip, işlerken, kurduğu Bilimsel İfade ve Teorilerini, kendi ateist–materyalist ve natüralist–determinist felsefesinin, inanç / değer / tarafının rengine boyamasından kaynaklanıyor! Bilimsel Yöntem ve bu yöntemle elde edilmiş Bilim’in bu eksik ve yanlışı; aynı zamanda teori ve modellerini de kısıtlayıp, kâinattan elde edebileceğimiz çok daha geniş ve derin ve zengin bilgiyi de görmeme ve kaçırmamıza ve elde ettiklerimizi de yanlış ve eksik anlamamıza ve kullanmamıza neden oluyor!

Diğer sorun; bir de bunu tarafsızlık ve objektiflik iddiasıyla, kâinattaki evrensel, sana – bana göre değişmez ve ölçülüp – ispatlanabilir olaylardan; yani “olgu”lardan bahsettiği yalanıyla yapıyor!

Diğer sorun: Maddeyi gene madde ile temellendirip, ilişkilendirerek (tavuk – yumurta kısır döngüsü gibi), yani hep aynı yerde dolanmamıza sebep olarak; kâinatta keşfedebileceklerimizi sınırlandırıyor ve keşfettiklerimizdeki anlam ve mesajları da kapatıyor veya bozuyor!

Elhasıl mevcut Bilim, dilini bilmediği çok boyutlu Kâinat Kitabı’ndaki, harf ve cümlelerin şekil, ölçü, özellik ve münasebetlerini öğrenme ve buradan elde ettiği bilgilerin teknolojiye uyarlanmasından pek ileriye gidememektedir! Yani Dünya’da sahte bir Cennet inşa etmeye çalışırken, en geç 50 – 60 yıl sonra herkesin istisnasız yüzleşeceği ölüm ve sonrası için herhangi bir bilgi ve ışık sun(a)mamaktadır! Halbuki benim için, ölümden sonra hayat olup olmadığı, Mars’ta hayat olup olmadığından çok daha önemlidir! Bu sebepten dünyaya bakışımızı Bilim değil, dinimizin ilkeleri belirlemeli!

Nerede kalmıştık?: Mevcut Bilim: “Varlık ve faaliyetlerinin bize anlattığı bir mesaj ve anlamı olduğu ve bütün bunların Allahu Teâlâ’nın ayet / alâmet / işaret / mesajı olduğu’ gibi yorumlar spekülatif ve felsefî; bilimsel değil, ispatlanamaz” diyerek yok saymaktadır; üstelik “anlamı olabilir / vardır” şeklinde bir önvarsayım / hipotez bile kurmayı reddetmektedir! Yani incelediği mevcudatın, anlamlı bir gramatik dizilim, kendisi dışında bir anlamı gösteren cümleler olduğunu bile farkedememekte, buna ihtimal bile vermemektedir!

Üstelik buna bahane olarak “Bilimsel Bilim’in yöntem ve tanım ve inceleme alanı icabı; sadece ‘maddî ve ölçülebilir’ olanı konu olarak kabul ederim” demektedir! “Bahane” diyorum, çünkü kendisi gözlemlerini ifade edip, açıklarken kullandığı “tesadüfî, tabiî, deterministik zorunluluklarla veya rastgele olması mümkün, içgüdüsel, bilinçaltı, vakum (boşluk), kanun, kuvvet” gibi reel dünyada maddî karşılıkları olmayan; somut karşılıkları olmadığı için de (kendi Bilimsellik Kriterleriyle bile) direkt gösterilemez ve ölçülemez veya ispatlanamaz; hayalî veya zihnî (tasavvurî) süreç ve kavramlara sıklıkla atıf yapmakta bir mâni görmemektedir!

Bu atıflarla; mevcudattaki “bilgi (data – information – knowledge)”nin, ateist ve materyalist Bilimsel Filtrelerden geçerek “bilim (science)”e dönüşmesi. Yani [kendisinden başka bir mana – mesajı göstermeye (harf ve kelime gibi) vasıta olan] “manayı harfî”den, [kendisinden / kendisini gösterdiğinden başka bir mesaj ve anlamı olmayan] “manayı ismî”ye dönüşen Kâinat Kitabı; Bilim’in gözünde müthiş bir Fizik, Kimya, Matematik, Mühendislik, Elektrik – Elektronik veya Biyoloji Kitabı olabilmekte; fakat her nedense ve nasılsa Âlemlerin Rabbi’nin Kitabı bir türlü ol(a)mamaktadır!

Bilim’in ateist ve materyalist kavramları gözlüğüyle yapılan kâinat tasvirlerinde halâ; “varlığın anlam ve taşıdığı mesaj yoktur, herşey tabiî ve tesadüfî süreçlerin oluşturduğu deterministik zorunluluk ve rastgele kaza – ihtimaller, karşılaşmalardan ibarettir; maddenin kendi dışında olan doğaüstü bir varlık ve mesaja işaret ve atfı yoktur” inancı; gözlenip – ispatlanmış bir veriymiş gibi bilinçaltımıza zerkedilmektedir!

Bilim, elindeki verinin yetersiz olduğunu bil(e)mediği ve gözlediği şeyin sebebini henüz bul(a)madığı veya herhangi bir etkiden kaynaklanıp – kaynaklanmadığını bil(e)mediği zaman (meselâ Tanrı gibi); “bu olay / varlık, çeşitli tabiî ve olması mümkün veya zorunlu süreçlerin bileşkesiyle tesadüfen olmuştur ve oluyor” der! Yani önceden öngöremediği ve zihnindeki “düzen” şablonuna uymayan herşey tesadüfîdir! Düzen ve düzende oluşan zorunluluk, determinizm ve kanunlar bile; olması mümkün ihtimallerden birisinin gerçekleşmesidir! Bizim evren de olası evrenlerden sadece birisidir! Zaten “var, yok ve yokta var ol(a)madığından”(!) (yani hiçbirşey yaratılmamıştır, hep vardı; olan herşey sonsuz veya sınırsız değişim – dönüşüm – evrim; yani herşey madde – enerji veya boşluk / vakum’un formları olup, ezelî ve ebedîdir)!… Yani Uzun Zaman + Madde-Enerji + Tesadüf = Herşey Mümkün(!)” gibi, Bilimsel Yöntemle bile doğrulama – yanlışlaması yapılamayacak batıl inançlarını (açık – kapalı defalarca telkin – tekrarlarla) insana ilka eder, insanı ikna eder!

Bu enformasyon bombardımanına maruz kalan biçare insan, ancak kâinata gözünü kapayarak, yani varlığın şahitliğinden kopuk; “Allah’tan başka ilâh yok” diyerek, sadece itikadî düzlemde imanını muhafazaya çalışmaktadır! Prof. Dr. İhsan FAZLIOĞLU’nun başka bir bağlamda kullandığı şu cümle, mes’eleyi özetliyor: “Çoğumuz itikadî olarak müslüman; fakat dünya görüşü, dünyaya bakış ve algılayış olarak, yani ‘medenî’ anlamda müslüman değil!”

Mevcut Bilim’in böyle ateist – materyalist sonuçlara varması Bilimsel Yöntem ve mesleklerinin zarurî icabı! Çünkü evrende gördükleri eserleri ve bu eserlerin sebebi olan gördükleri fiilleri, “ustasız / failsiz / öznesiz (Tanrısız) olarak anlatacağım” diye, baştan Bilimsel Bilim’i ateist, materyalist, natüralist ve determinist olarak kurmuşlar! Yani yola çıkarken, niyetlerini böyle ayarlamışlar! Baştaki önvarsayım “Tanrısız bakış” olunca; buldukları ve bulacaklar her veri, bu önvarsayımı doğrulayacak, en azından çelişmeyecek şekilde işlenip, Bilimsel İfadeler’de vücud buluyor! “Allahu Teâlâ’nın kâinatı yaratma ve işletme ve yönetmesine, yani devamlı avucunda tutmasına mantıksal veya gözlem – deneysel olarak bir ihtiyaç ve zorunluluk olmadığı”(!) iddiasının delil ve ispatına yönelik yaptıkları ve söyledikleri herşey!

Örneğin bir masanın imâl edilirken olan “fiiller”e ve fiillerin sonunda ortaya çıkan masa “eseri”ne bakarak; “ben bu masanın ortaya çıkış sürecinin neden ve nasılını, faili ve ustası yokmuş gibi tasvir edeceğim ve nedenselleyip, kurgulayacağım” diye niyetinizi baştan ortaya koymuşsanız; o fiilde gözüken faili (halbuki fiil, failsiz olamaz) ve o eserde görünen ustayı (halbuki eser, ustasız olamaz) gizlemek için; görünmeyen tesadüf, zihin dışında maddî gerçekliği olmayan tabiat, soyut olan kanun, süreç, mekanizma, evrim, patlama (Big Bang), içgüdü vs.’yi, usta ve fail ve sebepmiş gibi anlatmak zorunda kalırsınız! Yani binbir mugalata, safsatayla; Bilimsel Cümlelerdeki (edilgen) nesne veya süreçleri, özne / fail / usta / sebep katına yükseltirsiniz! Ekmeği kesen Ali’den bahsetmemek için; “ekmeğin kesilmesinin sebebi, bıçaktır; ekmeği bıçak kesti” demek gibi!

Elhasıl Bilimsel Bilim’in; “Ben kâinattaki fiil / faaliyetlerin failinden ve eserlerin ustasından bahsetmeyip, direkt sürece ve olgulara odaklanacağım; sadece gördüklerimin neden ve nasıl’ını tasvir edeceğim. Böylece kişiye göre değişmez; objektif gözlem ve olgusal ifadelerde bulunacağım” sözü bir aldatmacadan ibaret! Çünkü çoğu şeyin birbirinden bağımsız ve ayrı bir orta, ortak; yani tarafsız ve objektif bakılacak bir referans noktası olmadığını; bu sebepten gözlem yapıp, veri toplamaya başlamadan önce, bir fikri önvarsayım olarak doğru kabul edip, doğruymuş gibi hipotez kurup, buna göre gözlem – ölçüm verilerini eleme – seçme ve yorumlamaya tâbi tutup, böylece tutarlı bir teori geliştirilebildiğimizi söylemiştik! Ayrıca bu şartları taşıyacak, yani olgusal ve kişiye göre değişmez, objektif tek bir cümle bile kurmamıza mantık ve dilin gramatiğinin de izin vermeyeceğini belirtmiştik!

Birşeyin Fail ve Ustasından bahsetmeden, Neden ve Nasıl’ı Açıklanamaz

Çünkü bir gözlem, bir süreçten bahsediyorsanız; “yüklem, özne, nesne” gibi öğeler barındıran cümleler kuracaksınız demektir ve bu öğeler herhangi bir cümlede bile bulunması zorunlu ki cümle kurulabilsin. Bunun anlamı şu: Siz “Allahu Teâlâ’ya atıf yapmadan, gördüklerimin neden – nasılını açıklıyayım”a niyet edip, buna dikkat ederek cümle kurmaya çalıştığınızda, cümle içerisinde geçen kelime / zamir / nesnelerin bazılarını fail ve özne yapmak zorundasınız ki anlamlı bir cümle kurulabilsin! Örneğin; olay esnasında görmediğiniz katili inkâr edebilmek için, ölenin kazaen öldüğünü iddia etmek; bunun için mes’elâ tüfeğin düşerek kendi kendine ateşlendiğini veya bir takım kuvvetlerle harekete geçtiğini ifade veya ima eder tarzda kelime seçimi ve cümle kurmak gibi.

Masa örneğine dönersek; fail ve ustayı hesaba katmadan masanın varlık ve inşa sebebini açıklayabilmek için, yani “masanın nasıl ve neden (hangi sebeple) imâl edildiğini” izah edebilmek için; masayla ilgili başka şeyleri fail ve usta ve sebep olarak atamak zorundasınız! Buna göre; çivileri çakan çekiç, zımparalama yapan zımpara, yapıştırma yapan yapıştırıcı, kısaca masayla ilgili ne varsa boya, kumaş, tahta vs. nesne veya süreçleri, fail / özne / usta / sebep olarak lânse etmek, cümlelerinizi böyle kurmak zorundasınız! Daha önceki Yazılarımızda, aynı örneği arı, ağaç ve Güneş için vermiştik.

Sonuç olarak; bir masanın fail ve ustasını hesaba katmadan, “varlık sebebi ve gayesi”ni geçtik, hatta “açıklaması”nı da geçtik; “nasılı”nı bile tasvir edemezsiniz!: “Masa nasıl 4 ve eşit ayaklı olmuş?, Zımpara masayı nasıl ve neden pürüzsüz hâle getirmiş? Çivi çakan çekiç kendi kendine nasıl hareket etmiş, nasıl uygun yerlere çivi çakmış?, Çekici hareket ettiren kuvvet, neden ve hangi sebeple çekici, çivi çakmaya yönlendiriyor?, Çiviler buraya nasıl olmuşta gelmiş, kim zorunlu tutmuş veya rastgeleyse bunu rastgetiren kim?, Tesadüfense, zarları devamlı düşeş getiren kim?, Koordinasyon ve eşgüdümü sağlayan sebep ne?, Sebeplerin, masa yapmasının sebebi ne?, Nesne ve sebepleri, masa yapmaya sebep ve araç olarak kullanan kim?, Sebepleri, masa yapmada içtima ettiren neden ne?, Bu alet edavatları kullanan kim?…” Öyle ya bir bıçak bile kendi kendine havalanıp, ekmeği kesemeyeceğine göre; bıçağı hareket ettiren sebep ve böylelikle ekmeği kesen fail olmalı ki; gözümüz önünde kesilen ekmeğin (kör tesadüf ve kontrolsüz kuvvet / enerjiye bağlama hurafesine düşmeden) mantıkî ve tutarlı bir açıklaması yapılabilsin!

Elhasıl, Rabbimiz’i denklem, teori ve ifadelerinize katmadan, kâinattaki herhangi birşeyin “nasılı”nı ve “nedeni”ni ve “nasıl / niçin oluyor da oluyor”unu anlatamazsınız! Pardon anlatırsınız ama bunun “masal”dan farkı olmaz! Çünkü ancak masallarda; çiviler – ağaçlar kendi kendine havalanıp, kesilip, doğranıp, biraraya geliyor ve buna benzer bir sürü sihirli şeyler oluyor!

Çocuğunuza masal okuduğunuz zaman, bilimsel bir kitap alın oradan okuyun!: Burada zeki ve şuurlu hayvanlar, plânlama yapan ve güneş ışığından besin-enerji elde etmesini bilip – uygulayan bitkiler, gizli ve sihirli içgüdüler, tesadüf tanrıları, uçan peri atomları ve harikulade inşa ettikleri büyük saraylar, büyük patlamayla ortaya çıkan muhteşem topaçlar ve toplar göreceksiniz! Bunlar ve daha fazlası büyüklere bu masallarda!

Bilim’in “nasıl ve hangi sebep / nedenlerle olmuş / oluyor”dan anladığı; “varlık ve faaliyetlerini, Allahu Teâla’ya gerek ve ihtiyaç duymadan ve buraya atıf yapmadan; yani failsiz / ustasız olduğunu nasıl izah ve ifade edebilirim”e yönelik! Yani “eşyanın varlık, devam ve süreçlerinde, Rabbimiz’e ihtiyaç duymadan nasıl ve neden ve niçin ayakta durup, çalışabildiğini izah ve ispat edebilirim”e yönelik! Yani “Allahu Teâlâ olmasa bile kâinatta olanlarının olmasının mümkün ve vakî olduğu inancı”na evrende delil aramaya yönelik!

Bilim “nasıl – neden”i, din “niçin”i açıklar sözü yanlış

Sonuç: “Bilim ‘nasıl’ ve ‘neden’i; din, felsefe ‘niçin’i açıklamayı amaç edinmiştir” sözü yanlış! Çünkü “nasıl” ile “neden, niçin” çoğu yerde kesişir! Birbirinden bağımsızmış gibi gösterilmeye çalışılan ilüzyonist bir ifade görürseniz; içindeki mantık ve bilgi yanlışlarına dikkat edin! Çünkü Bilimsel Bilgi Virüsü, kulaktan işiterek ve kitaptan okuyarak göz temasıyla da geçer!

Share

Yorum ekleyebilirsiniz...