ANA SAYFA
solmenu

 

Ve Âdemoğluna bütün isimleri öğr

Ve Âdemoğluna bütün isimleri öğretti.

 

15.3.2005- Yeni Asya Gazetesi  

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’e esmanın öğretilmesi, biz âdemoğullarını varoluşumuz açısından yakından ilgilendiren birşey. Aslında her birimiz bu “esma tâlimi”ni, yaşadık, yaşıyoruz. Ancak, ya bir önder peygamber olarak babamız Hz. Âdem’in yolundan giderek esma penceresinden marifet göğüne yükselip Rabbimizi tanıyoruz, ya da arzîliğe düşüp cehalet bataklığına saplanıyoruz. Nasıl?

Yaratılışında anlam arayışı esas kılınmış insan, her bir olay ve nesneyi anlamak meylindedir. Görünenin ötesindeki anlama ulaşmak ise bir “okuma” faaliyetini gerekli kılar. Ve her okumada insanın nihaî hedefi bir isme ulaşmaktır.

Konuşmaya başladıktan sonra her bir âdemoğlunun esma tâlimi anne-babasının vesilesiyle gerçekleşir. Ve her esma talimi aynı temel soruyla başlar: “Bu nedir?” Gördüğümüz her bir şey hayret duygumuzu kışkırtır ve onu tanımak için elimizde olmayan bir eğilim duyarız. Hiç ama hiçbir şey merak duygumuzun dışında kalmaz. Sadece gördüklerimiz için değil, görmediğimiz ama varolduğunu öğrendiğimiz şeyleri de merak ederiz. Bıkmadan, usanmadan her yeni şey için sorular sorar, ismini öğrenmeye çalışırız.

Nesneler ile aramızda görünmeyen bir bağdır isimler. İsmini öğrendikten sonradır ki, o şey bizim için tanıdık, sıcak ve yakın hale gelir. İsmini bilmediğimiz şeyler ise âlemimize giremez; yabancı, soğuk ve uzak kalır. Ve insan, yaratılışı gereği herşeyin ismini öğrenerek âlemine katmak ister. Bu, insanın yaratılışındaki bütünlüğün ve kuşatıcılığın tezahürüdür. Ki bütünlük ve kuşatıcılık, bize “bütün isimlerin öğretilmesi” için, varlığımızın anlam kazanması için, yaratılışımızdaki hikmetin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz bir şarttır.

Zira insan, Rabbinin bütün isimlerini tanıyarak, öğrenerek, hissederek Onu tanıması için var edilmiştir. Nesnelerin isimlerini öğrenmek, asıl esma taliminin ilk basamağını oluşturduğu için son derece önemlidir. Kelimeleri okumadan önce harflerin öğrenilmesi kadar temel ve zaruri bir adımdır.

“Her çocuk fıtrat üzere doğar” hadisini şu hikmeti içerecek şekilde anlayabiliriz:  “Her çocuk Yaratıcısını tanımak için soru sorma fıtratı üzere doğar. ‘Bu nedir?’ sorusunu sorarken aslında ‘Bunun gerçek anlamı nedir? Bunun hakikatı nedir? Bu bana Rabbimi nasıl tanıtır?’ sorusunu sorar.”

Çünkü yaratılışımızda vicdanımızı doyuracak bir anlama ulaşmak için soru sorma eğilimi konulmuştur. Bu anlam ise, “Yaratan Rabbinin ismiyle oku” âyetinin ders verdiği, asıl esma talimidir. Ve nesneler ile olaylar Yaratıcı’nın isimlerine harf olmak için var edilmektedir.

Gelgelelim, burada, yukarıdaki “Her çocuk fıtrat üzere doğar” hadisinin ikinci kısmı karşımıza çıkar: “Onları (sonradan) anne-babaları  Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?”

Esma tâlimi açısından hadisin bu kısmını şöyle anlayabiliriz: “Rabbinin bütün isimlerini öğrenecek ve tanıyacak fıtratta gönderilen çocukların bakış açısını, anne-babaları bozar. Onları arzîlik ve yanlış okuma bataklığına anne-babaları düşürür.”

Evet, her çocuk varlıkları ve olayları yaratan Rabbinin ismiyle okumaya meylettiği halde, anne-babası eğer görünmeyen hakikatlere karşı habersiz, gafil ya da inkârcı bir görüşe sahipse, çocuklarına da bilerek-bilmeyerek aynı (yanlış) okuma talimini reva görürler.

Güneşi ilk kez gören bir çocuk “Bu nedir?” diye sorar. Her anne-baba aynı cevabı verir: “Güneş!” Ama bu, güneşi okumanın ve esma taliminin ilk adımıdır sadece. Çocuğun fıtratı buna kanmaz. O yüzden aynı soruyu, büyükleri şaşırtma pahasına, tekrar sorar: “Bu nedir?” Çocuğunun sorduğu aynı soruya inatla aynı cevabı veren anne-baba, Yaratıcısını tanıma fıtratı üzere doğan çocuğunu cehalet ve dalalete ittiğinin farkında mıdır acaba?

Gökte asılı tutulan, dünyaya her dem ışık ve ısı göndermekle görevli olan, bu görevini bir saniye bile aksatmaksızın yerine getiren devasa ateş topunun hakikati “güneş” ismine sığamayacak kadar geniş ve derindir. Anne-baba eğer güneşi sadece güneş olarak biliyor ve çocuğuna güneşin işaret ettiği asıl “İsim”i anlatmıyorsa, bu körpe dimağı tabiat ve dalalet bataklığına bir adım daha bilerek ya da bilmeyerek itekliyor demektir.

Çocuğun zihninin kavrayabileceği şekilde verilecek şu cevap ise gerçek esma taliminin ve çocuğun fıtratının bozulmadan devam etmesine vesile olur: “Onun ismi güneş. Allah güneşi bizi ısıtması ve ışıklandırması için yarattı/Bizi güneşle Allah ışıklandırıyor ve ısıtıyor.”

Bu şekilde güneşe muhatap olan bir çocuğun zihninde ve kalbinde, güneşin anlamı kendinden başlayan ve kendinde biten bir ateş topuna inmeyecektir. “Güneş” ismi, Yaratıcı’nın “Nûr” ve “Münevver” (Işıklandıran/Nurlandıran) isimlerini ifade eden bir kelimeye dönüşecektir. Diğer bir deyişle, güneş Münevver ismini gösteren bir harf görevini görecektir... 

Program  

 

 

Yazar Murat Çiftkaya

Yazılarıyla

Moral Haber sitesinde

 "Sözün Gücü"

Her Salı 21.30

Hilal Tv  de.

 "Hayatın Yedi Rengi"

Hafta içi her gün 19.30

Moral Fm de.

 

 

Reklam